30 Aralık 2013 Pazartesi

şu ufacık oda, 10 metrekare yok belki. biraz daha ışık gelmesin diye panjurları kapatılmış, daha büyük görünsün diye toplu tutulan, güzel koksun diye tütsüler yakılan, henüz 2 ayı dolmasa da 2 ayımın çoğunu geçirdiğim, düşüncelerim dolu, hayallerim dolu, ağlamalarıma ve sevişmelere şahit, bi tek bana ait yeni dünya. 2013ün son saatlerinde bunları yazmak lazım çünkü 2013ün götürdüğü birçok şeyin yanında getirdiği en iyi şey bu dünya! giden şeyler gelenlerle dolmuyor hiç.
2013ün en büyük yarası özge kaldı içimde. yıkılan kardeşlik, geri gelse de bir anlamı olmayacak o abla... benden götürdükleri merhamet duygusu.

hala eski kendi başına kalmayı seven çocuğum. hep kızıp yalnız kalmak istiyorum der çekilirdim, öyle ağlardım, artık çok ağlamıyorum öyle kendime kaçıp saklandığımda. hala kolay ağlıyorum, bazen ağlamalarımı düşünüp ağlayabiliyorum, yani gözlerim doluyor hiç yoktan. gerçi son gözümden yaş gelişi kaşlarımı alan kuaför sayesindeydi, o da enfeksiyon var diye 1 aydır kuaför yüzü görmeyen kaşlarım ipe gelmedi!

hepsi geçecek! yazan bir not vardı özge'nin masasında. geçiyor gerçekten. şükür enfeksiyon da geçti, bulanıklık da geçti geçecek. zor günler nasıl geçtiyse, biz nasıl atlattıysak kötü izler bırakan şeyleri öyle de güçlü olacağız.  biz neler atlatmadık. şu izmir'de neler neler yaşandı da şu an bu sakinliğe eriştim, bir ben bilirim.

limonlu turtalar, baklavalar, cheesecakeler hepsi benim için. narlıdere yolunda sakız- çeşme- alaçatı isimlerinin birinin geçtiği bir tatlıcı var, çok şahane :D durup dururken narlıdere'ye falan gitmeye kalkarsınız falan belli mi olur?

benim düşüncelerim hep karışık, ordan oraya atlamadan edemiyorum. hareketli düşüncelerim olsa da sabit fikirlerim var.

sevince de bokunu çıkarmadan edemiyorum. Özgür'ü çarşamba perşembe cuma cumartesi pazar hep gördüm. HEp görüşsek, bence atacağımız adımlar bizi birlikte mutlu bir hayata götürür. konuşmaya çekindiğim şeyleri konuştuktan sonra hiç beklemediğim yönde güzel şeyler duyunca, böyle zaten çıkamadığım etki alanına biraz daha kapıldım. çarşamba o beklenmedik güzel şeylerden sonra enteresan şeyler de oldu, 'başıma hiç böyle bir şey gelmemişti' dedirteni korkutan ama kontrol altında durumlar yaşanan zamanlar yaşanıyor istenmeden. hayatta her şey başına gelebiliyor insanın. her insanın başına her şey gelmiyor ama olasılıklar...

kaliteli müzik, güzel yemek, şahane bir koku, şarap ve sevgiden doğan sevişme belki mumlar eşliğinde. her şey bizim için. ruhumuzu doyuran ve bir sonraki kararı verirken 'doğru' seçeneği seçmeye yarayan tüm insanlar. özgür ve ben.

hayır 2013 nasıl özetlenir? kasım aralık'ı 2013buçuk falan yapsak, kalan 10 aya bedel olur çünkü o derece yoğun geçti. 2013 kışı benim depresyonlarımla geçmişti, baharında az buçuk gezdim dolaştım, okulla uğraştım, sonra mayısta yunanistana gidip hayatıma bir feysbuk dilinde life event kattım. haziranda finallerim bittiğinde Özgür'le konuşma başlamam resmen bir dönüm noktası oldu. yaz tatilini göçebe geçirdiğim süreçte hep hep iletişim halinde oluşumuzdan sonra Eylül'de izmir'e dönüşle bir gece yarısı 5. katın çatısında bir öpücükle alevlendi her şey... sonrası malum sen ve ben, biz. öyle güzel oldu çok fazla, ilk aylar daha çok alışmamıştık birbirimize ama sonra büyük boşlukları doldurduk hayatlarımızdaki, şimdilerde 4 ay geçmişken her şey daha samimi, daha bir içtenleşti.

eylül ekim yine mi izmire geldim ben ayları oldu tabi, istenmediğin bir ev durumları, kaçacak delikler arıyorsun ve her fırsatta çıkabilcek çok sorun var. çözerik! ekimde bi süre ev aradık falan derken sonuna doğru bulduk ve ben bu radikal kararı açıklarken falan baya olaylı zamanlar yaşadık. nihayet tüm bu savaşları kasım başında verip 8 kasımda evime yerleştim. baya 2 ay geçmiş, zaman çok çabuk geçiyor. çabuk zamanlarda öğrendik ki kimsenin yapamazsın dediğini yapmak diye bir şey varmış.

aralık çok acyipti, 2 aralıkta gözümde bir enfeksiyonla uyandığımda başıma yıkılan dünyanın ağırlığı vardı. gelsin damlalar gitsin antibiyotikler, gelsin şişmiş gözler ve bir ton mutsuzluk! yanlış tedaviler, daha kötü olmalar, aciller tıplar vs. onca koşturmacayla geçip yılın son günü, artık iyi olduğumun müjdesi, dünyaya bulanık baktığım günler ve çok daha fazlası! hepsi geçiyor.

geçiyor ve güzel şeyler de karşına çıkarıyor ki umut sürsün, yaşama isteği devam etsin. yaşamın döngüsü demek ki böyle, doğanın kanunu. önce alıyor sonra veriyor.

hep almadan ve vermeyi öğrendiğinizde geri dönüşler çok daha pozitif olabiliyor aslında, karışık bir yıl özetlemesi oldu gibi ama gayet enerjik bir seneydi, her şeyi kaldırmak kolay değil sonuçta :)

yeni yıl bize zayıflık getirmesin, aşk olduğunda para olduğunda huzur olduğunda elbette ki her şey daha güzel. yeni yıl bize mutluluk getirsin, enerjimiz hep pozitif olsun, dileklerimiz kabul olsun. çok gezelim, Erasmus'u kazanıp gideyim, gelecek yılbaşını bambaşka bir ülkede geçireyim. sevdiklerimin kıymetini hep bileyim, sevdiklerimle beraber mutlu olayım, daha adil bir dünyaya el sallayalım.

23 Aralık 2013 Pazartesi

acıyokrocky

niye bu sıkkınlık? sabah seni uyandıran düşünceler, kendini değiştiremeyeceğini de bildiğinden. reddedemeyeceğin gerçekler. mesela sevgiyi daha çok hissetmek istiyorsun, mesela özgeye kızgınsın. tanıyor ne mal olduğunu biliyor olsan da kızgınsın. kızdığın her şey beklemediğin hareketler değil, öylesine kızıyorsun. her şeyi bildiğin için kendine kızan malın tekisin sen.

yaşadığın her şeyin sorumluluğunu alman gerekiyor, yani farkında olman gerekiyor şu an ne varsa hayatında sen sebep olmuşsun iyisiyle kötüsüyle. yolları açmışsın, belki yollara taş koymuşsun ama hepsinde parmağın var. onun sana böyle davranmasında da, özgenin sana aldığı tavırda da, üst üste binen sorumluluklarında da pay hep senin. parasız kalmanın da, aldığın kötü notların da, 3 hafta boyunca içini kemirmiş göz enfeksiyonun da sorumlusu sensin..

hep daha çoğu
yetinmeyi bilmek
daha yenisi en iyisi
neredde?
yok lan nerde sende o şans o kafa. mallık baki kalır.

özgür bana gül aldı(18aralık2013). masamın üstündeydi, ben fark etmeden koymuş. salak salak mutlu olmuştum ben. suya koymuştum, dün bardağı devirdim yanlışlıkla dağıldı yaprakları. zaten  kuruyacaktı ama dağılınca.. ne anlam yüklüyon ya. o dağıldı sen niye dağılıyon. duruyo işte goncası. sen bi goncadan daha mı az değerlisin?

elimi keseli 1buçuk ay oldu galiba. yara kapandı ama sızlıyor bazen. işaret mi bunlar acaba hep? biri gözümün önünde, öbürü hemen baktığı yerde? yanlışlarda mıyım ben?

acı yok rocky acı yok. kendini üzmek yok. sen  atlatırsın, olmak istediğin yerler var, olacak. seni üzenlere her zaman hesap soramazsın sonuçta dünya da adil bir yer değil, keşke üzülmesen ama zamanı var her şeyin.. yetinmeyi bilmenin gerekmeyeceği günler gelecek, idare etmen gerekmeyecek.

11 Aralık 2013 Çarşamba

hiç ses yok şu an hiçbir yerde.
bazen duymamak iyi gelmiyor, ama kendine ayırdığın zaman olmasa sen bir hiçsin ve kendinle baş başa kalmak istemenin sebebi biraz daha kendinle kalmamak. çoğunluğun içinde ne kadar çok vakit geçirirsen patavatsızlığınla onları kaçırma ihtimalin yükseliyor, böyle ikircikli kendinden çelişkili şeyler.

sevgi her şeyin üstünden gelir. sevgi değil de belki güven. secure attachment. orada olduğunu bilirsen kendini güvende hissettiğin için, kafanı başka şeylerle meşgul edebilirsin.
kafamı meşgul edecek şeyler, fiziksel olarak beni mahvetmiş şeyler var. ruh ve beden sağlığı bütündür! benimki bir araya gelemedi henüz. birini yakalasam, diğerini yakalarken yine kaçırıyorum, galiba keçileri :/

gözümdeki enfeksiyon henüz geçmedi, hatta sol gözüme de bulaştı, çok zor bir hafta geçirdik Gözde'yle. Gözde olmasaydı her şey çok zor olurdu gerçekten, acımı da paylaştı, derdime de ortak oldu, iyileşiyo oluşuma da tanık oldu. her şeyiyle yanımda oluşunu hissetmem süreci hızlandırmış bile olabilir. Can ya o. içtenlik hissettiriyor kendini ve şükrediyorum gerçekten sahip olduklarım için.

gözlerim için canımı sıktıkça daha kötüye gidiyordu ve ağlamak daha kötü bir hale getiriyordu her şeyi, ben de bıraktım üzülmeyi ve iyiye gidiyor! geçecek ve kurtulacağım enfeksiyondan.

regl oldum bir de, onun sancıları da bambaşka zaten, yaşanılası :D

pilatese başladım yeniden, gözlerim izin vermedi ilk hafta gitmeme ama dün başladım ve gülerken bile karın kaslarım acıyor, ama mayıstan beri daha sağlıklı bir insanım, incelmiş, kilo vermişim. yağ oranım azalmış. böyle devam edeceğim.

ağrıların yükü geçer, bunların hepsi geçici şeyler. daha kalıcısı özge yok. özge zaten yoktu 1 aydır, ben bu eve taşındığım gün bir şokla beni terk etse de benim bir umudum vardı düzeleceğimize dair. sonra saçmasalak hftalar geçti, bilgisayarını istedi ki almaya geleceğinde de benim hala konuşup düzeleceğimize dair umudum vardı, ama işler öyle çirkinleşti ki, hareketlerim yanlış anlaşıldı. mutlaka konuşalım diye görmeden bilgisayarı vermemek istemem, onu ayağıma çağırmak oldu ki benim gözüm hasta olduğundan gitmemiştim ben karşıyakaya. ve vicdan yoksunluğu, hastayım diyorum ya grip mi sandın öküz? benim orda yüzüm gözüm şiş zaten, sen orda sinirden kudurup beni arıyorsun iyi ki hayatımdan çıkarmışım seni ŞEYTAN diye. aslında şeytanlık sessiz kalmazsa ben hiç melek olmicam anne. senin kızların gibi olmicam anne. sen kimsin yaa, beni ağlama krizlerine sokmaya ne hakkın var o gözlerle. HEPSİ GEÇİCEK. ve ben intikam almicam.

3 Aralık 2013 Salı

3kasım'dan

günler geçiyor ve ben zamana yetişmek için hiçbir şey yapmıyorum. zaman algım sıkılganlığımla paralel olduğundan, hızlı geçen zamandan sıkılamıyorum. bir paradoks aslında. zaman yavaş geçerken olanlar daha çok hatrımda kalıyor. travmatik denilen cinsten. her anını hatırladığın zamanlar, derin izler bırakıyor ki sonra acısı da kalsın aklında. şu ara çok da çocuk olmayan aklımla kararlar verdim, hayatımda, güncelimde değişiklikler yapıyorum. olayların içinden bakılmadığında saçma geliyor biliyorum ama şu durumda, gerekli koşulları oluşturup, her şeyi göze almışken, beklemenin ve elalemin ne diyeceğini düşünmenin  bir anlamı ya da bizi götürdüğü bir yer yok. aile bağlarımızı savunmanın da bir gereği yok. zaten keza bizi yetiştirme tarzları keza bize verilenler, yani harçlığımı ve sorumluluklarımı ve kendimi kontrol edebileceğimi öğretti bana. idareleri olmayı öğretti, iradeli olmayı da. idare etme konusunda hala aşamadığım yönler olsa da, tek etken ben olmadığım için araştırma yöntemleri dersinde öğrendiğim 'confounding' karıştırıcı değişken olduğu için göz ardı edilebilecek noktalar var. her neyse ben, uzun zaman önce verdiğim bir kararı hayata geçirebilme fırsatı buldum ve şuan muhtemelen herkesi karşıma alacak bir hamle yapıyorum. zaten yanımda olduklarını hissetmiyorum, zaten üstüme gelip karşımda olurlarsa herkesten iyice kopacağımı biliyorum. bunu bir ihtimal olarak görmediklerini, yapacaklarının 'otorite' baskısıyla yapılacağını biliyorum ancak alacağım tepkiler beni mutlu etmeyeceği gibi, kararlarımı da değiştirmeyecek.

bunca şeye rağmen,

oysa yollar ne kadar güzel. düşünüp karar vermek için. düşündüğünü birkaç kez tartmak için. akıp gidiyo ağaçlar her zaman. her şey geride kalıyor ve gözden uzaklaştığında yokmuş gibi davranabiliyorsun. aklın orda kalmasın çünkü başka yollar var, başka yollarda başka şeyler. yol devam etmediğinde saplanıp kaldığında bir yerlerde geçip gidenle hanlık yaparsın.

29 Kasım 2013 Cuma

her şeyi özle.
hayatının en güzel zamanına dahil mi oldu yoksa hayatının bir dönemini o mu en güzel yaptı karmaşık. zaten belli değil hangisi önce, bir sonuç var ortada. hayatının son dönemi senin için öyle güzel geçti ki, özlememek elde değil.
neticede özleyeceksin.
sana acılar yaşatanları da o zamana ait olan her şeyi de hatırlayacaksın, tüylerin diken diken olurken.

17 Kasım 2013 Pazar

fark var

sevgi dediğin çok farklı gerçekten, içten gelen.
görmeni engellemeyen ama gördüklerini farklılaştıran bir yanı var.
Özgür'ü seviyorum, bundan sonra olacaklar ne olursa olsun, eylülün 9undan beri süreklileşen, öncesinden de devam eden ilgi benim içimi kıpır kıpır ediyor ve yansıyor tüm anlarıma. bir insana bakmaya doyamamak ancak sevgiyle gerçekleşir bence, öyle güzelsin ki, benimle olman beni de güzelleştiriyor bence.

anlam katıyoruz bence güzel yaşlara.
bıkmadan katabilsek bir de, her şey istediğimiz gibi olsa, hep beni sevsen bencilliğine çıksa da yollar,
güzel düşünürken, güzel hissederken, korkuyor insan biteceğine.
bittiğinde üzülmemesi gerektiğine, şükretmek gerektiğine yaşanan güzel günlere, sonunu düşünmeden yaşamanın zevkine ve bunun bilincine ulaşmak gerekiyor artık, büyüdün çünkü.

farklı duygular yaşatan, özel insan, hayatıma dahil olduğu için, en azından yaşadıklarım için kendimi şanslı sayabilirim bence.

iyi bir insan olursam karşıma iyi insanlar çıkar, bence. adil dünya inancı.

pek adil olmayan dünyada kendini avutmanın ve kötü olmamanın bir yolu.

iyi bir çocuk olursanız şirinleri bile görebilirsiniz.

bu sene olanlar, karşıma çıkanları ben seçtiğim müddetçe, iyi olunabilineceğine dair bir işaret oldu. Özgür iyi ki hayatımda, iyi ki kendi evime çıktım. şu 3 haftadır ev işleriyle uğraşıyoruz, bulmasından yerleştirmesine geçen arada, çok daha endişeli günler yaşayabilirdim, varlığın beni güçlendirdi çocuk, kaçacak yerimin oluşu beni gerçekten destekledi ve şimdi yeni koltuklarımızın üstünde, eve bağlatabildiğimiz internetle bu satırları düşünüp yazabiliyorum. internetle düşünmüyorum tabi, o vasıtayla yazabiliyorum. pürüzler yok değil mi var. aile kurumunun ifade ettiği şeyler, bir çekirdek ailenin en küçük bireyi olarak benim için gereken anlamı taşımıyor ama ben nerden böyle bir kişiliğe sahip oldum bilmiyorum ama en azından insan ilişkilerinde fevri hareketlerin ve sabırsızlığın yanlış olduğunu öğrendim, bir şekilde karşıma çıkan olayları gözlemlediğimle.

farkında olmanın farkındalığı. farklı olduğunu inanmak, farklı olmasını istemek ve her şeyi farklılaştırmak.

10 Kasım 2013 Pazar

bi ton değişiklikle, yeni evimden merhaba.
izmirdeki 4. evim. kendi kurduğum, sorumluluklarını kendim aldığım, bana ait olan ev. sorumluluk almaya meraklı da değilim ama evin işlerinin yaparken ciddi bir keyif aldığımı inkar edemeyeceğim.
ilk sabaha uyandım. büyük bi mutluluk bence bunu başarmak, kimse yanımda olmasa da şu an bu evdeyim. kötü ayrılmadığımızı sanırken
sabah ilk mesajıma 'seninle de pınarla da bir daha görüşmek istemiyorum.' şeklinde cevap verdi. dumur oldum, durdum yatakta bi 10dakika tavana baktım
ağladım, 'atamadığım ciddiyet ve iğneleme içerikli' mesajlara gelen cevaplara bir yenisi eklendi, şunu şunu yap, sonra herkes yoluna baksın. bir daha arama.

aramazsan arama yar zaten merhem olmazsın sen..........
bunun gerçekliğini bilmem ama özgeyle bir daha araşmamak fikri bile çok fena, fevri tavırlarıyla aklından geçen her şeyi söyleyen bir tip olduğunu bilmesem, ben de nefret dolu mesajlar atsam da işler boka sarsa. arama diyen ablamı bir daha aramayacak mıyım? bu kardeşlik ilişkisi çok zor süreçlere girdi, bu belki en günceli olduğundan en çözülmezi. (big brother is watching you) sister'ımızın emrettiği gibi, yolumuza bakalım. ben kendi yolumu çizerken, bencilliğimden ve nankörlüğümden olacak çok da dik duruşlu olamadım, ağladım sızladım ama kendimi kurtardığım için bencil olan ben oldum. herkesin kurtulmaya ihtiycı vardı ve ben fırsat yarattım, harekete geçtim. yeni evimden yazıyorum.

sadece anneme söyleyerek, ondan da destek görmeden yapıyorum her şeyi. önceki evden birtakım eşyalar almamış olsam böyle rahat olamazdım belki, eve yerleştim ancak evin eksikleri var. babam söyleyemedim, fikri kafasına koydum, ancak gerçeği itiraf edemiyorum. şu andan itibaren, pınar yok. özge olmayacağını söylüyor. babam bi süre affetmeyecek belki.tamamen duygusal meseleler, yoluna girmeyecek bir şey yok gibi.

benim hayatım benim kararlarım diyip, perperişan olmasak bari. her şey güzel olacağa benziyor, inanıyorum.
aralık ayı gelsin vizeler bitmiş olacak, çalışmaya başlarım bi yerde. sonra kimsenin lakırdılarını dinlemek zorunda kalmam.

hayatım öyle büsbüyük değişmedi, aşina olduğum eşyalar, aşina olduğum sorunlar, ev işleri, yaşamı sürdürmek için gerekli temizlik malzemeleri, mahalle, sokak, yollar. bir de adapte olmak için uğraşmadığım için kolay geliyor bana. ne kadar az şeye ihtiyaç duyarsak, yaşamak daha zevkli bir hale geliyor bence.

27 Ekim 2013 Pazar


27ekim2013 gevher, kararlarını kendi vereceği bir ev tuttu, 1 hafta içinde yerleşmiş olacak.

1aydır ev bakıyorduk gözdeyle, kararı da ağustosta vermiştik, ya nasıl olur acaba diye, çünkü daha önce yaşadık birlikte, tüm sorumluluklar bize ait olmasa da tecrübe ettik. neyse sonuçta ev bakmalara başlamıştık ve baktıkça hüsrana uğruyorduk çünkü merkezdeki evler çok pahalı geliyor, uzaktaki evlere de ulaşım sıkıntısı olacağından ötürü bir türlü bi yer bulamadık. bu cumartesi sonunda 26sına sözleştik sabahtan ev arayalım tüm gün diye, ben de özgür'den geliyorum, yürürken neyse bu sefer şu yoldan gideyim deyip zaten 10 aydır hep geçtiğim yoldan geçtim, geçerken de 10 aydır orda olan ve hiç görmediğim emlakçıyı fark ettim ve içeri girip ev sordum. daha sabah haber edilmiş bir ev vardı ve şimdiki evin 3 apartman yanında, mevki olarak benim alışkanlığımın ve aşinalığımın getirdiği sempatiklikle mükemmel, kirası da buralarda zor bulunan cinsten bir fiyatta ve bize uygun. bugün görebileceğimizi söylediler ve gözdeyle konuştum, geldiler baktık ve çok sevimli 58 metrekare bir ev. tutabilmemiz için tuncer ailesinin görmesi gerekiyordu ve ertesi gün şükür ki tatile geldiği için hemen geldiler ve emlakçıyla konuşup evi görüp onay verdiler. sonra da kontrat, senetler falan işte.. şimdiki kiracıya lojman çıkmış, 1 hafta içinde çıkacak. ve başlicaz yerleşmeye :)

şu an bi odam var ve tepeleme eşya, giderken bunları çalacağım. babama diyeceklerimi hazırlıyorum ama beni dinleyecek mi yani hepsini duyabilecek mi emin değilim, çok kızacakmış gibi geliyor. ekstra bir şey istemeyeceğimi en başta eklersem belllllki çok tepki göstermez de az gösterir. baba diyeceğim ben artık sürekli bu evde ne olacak stresiyle yaşamak istemiyorum, hep ortada kalacakmışım gibi geliyor, malum çözülmüyor sıkıntılarımızın hiçbiri. umarım anlayışla karşılarsın, ben gözdeyle eve çıkıyorum. eylülde kredi almaya başladım ve 300lira benim kirami ödemeye yetecek, senden fazla para da istemiyorum, ben hallediyorum verdiğin parayla her şeyi. ev şimdiki eve çok yakın, merak etmeni gerektirecek bi şey yok. saygılar öpüyorum.

7 Ekim 2013 Pazartesi

aşk gibi mutluluk gibi
hep bi sarılma isteği
çok masum da değil
yaşarken, güzel şeyler hissederken, bir büyü var gibi hiç bozulmasın istenen.
hiç büyümesek mi böyle güzel kalmak için?
büyürsek daha çok sever miyiz, sevgi de büyür mü bizimle beraber?

heyecan verici yaşananlar, -yaşadıklarımız- insanların yaşadığı hayatta ne kadar ne kadar karanlık tarafları olduğu, dışarıya yansıttıklarının çok daha fazlasını başka bir yerde göstermeden yaşadıklarına şahit olmamı sağlıyor. ben göstermediğim hayatı yaşarken, özgüvenim, kendime saygım arttı ve evet 1 sene önce kırmızı olacak dediğim yıl öyle olmamışken, bu sene hayat çok kırmızı!
kırmızı doğadaki en nadir renklerden, algınızın izin verdiği son nokta! her şey güçlü bir kadın olmak içindi, başta öyle planlanmıştı. güçlü ol! sen kadınsın ve güçlü olacaksın. sevilmeyi de öğreneceksin aşkı da tadacaksın. yaşayacaksın doya doya.
verdiğim kararlar ve karşıma çıkanlar koca bir hayatı dolduruyor.
seviyorum.
güzel duygular yaşayıp, kalp atışlarını hızlandırıyorum.
nefes alışlarımız birbirine karışıyor.

ya bu gece gel ya da bu gece gel

30 Eylül 2013 Pazartesi

yine okul başladı. dersler geçen senekinden daha ağır haliyle 2. sınıf oldum.

sosyal psikoloji 5
klinik psikoloji 5
developmental psychology 5
research methods 5
algı psikolojisi 5
topluma hizmet uygulamaları 3
anadolu sanatı tarihi 2

 bi de geçen seneden kalma istatistik var elimizde.

5 yıl sonrası için kendimi bi yerde göremiyorum çünkü farklı farklı alanların tümünün neler olduğunu anlayıp, benim için doğru olana yönelmek istiyorum. sanki herkesin hayali olan klinik psikolojiye giriş dersinin başlangıcını yapamadık büyük bir merakla beklerken, sağlık olsun.

sosyal psikoloji'ye bölüm başkanı nuri bilgin bey giriyor, korkuyoruz reyiz. ama sosyal psikoloji en en denilebilecek, merak edilebilecek, üzerinde çalışılabilinecek konulara sahip gibi duruyor. öğrendiklerimi burada paylaşmaya çalışacağım her cuma.

developmental psyc. de ingilizce alacağımız gelişim dersi, hocamız bir dinazor adeta. egenin ilk doktora öğrencisi, anaokulunu kurmuş falan. kimsenin dönüp bakmayacağı alanlarda çalışıyor ve karşılığını da alıyor muhtemelen. o da güzel geçecek bence.

research methods, araştırma yöntemleri galiba en uğraşacağımız bomba olacak derslerden bir tanesi. sonia hoca var, aşırı cool kadın. prof olmuş hala gencecik, sakin yaradılışını gördüm ben tabi tam olarak tarzını bilmiyorum ama sevdim baya.

algı psikolojisini mehmet hoca veriyor, slaytlar eşliğinde algı süreçlerini, uyaran duyum vs. anlatıyor. çok mucizevi süreçler var, farkında olmamamızın bir mucize olduğu..

topluma hizmet uygulamaları da bir proje dersi. sosyal sorumluluk projesi yapıp, sunacağımız bir ders. projeyi hazırlamak ve sunmak bize ait. pek inançlı olduğumu söyleyemeyeceğim. çelişkilerle doluyum. kime faydan dokunacak? napabileceksin? insanlara boşa çıkacak umutlar aşılayıp vicdanını rahatlattığında, uyumak daha mı kolay olacak? 'herkese faydası dokunacak' mantığı ne kadar götürür bizi ileriye?

neyse, bakalım bu seneden neler çıkacak.

21 Eylül 2013 Cumartesi

bir çift küpe

aslında gelecek zaman içinde kimsenin yeri yok.
şimdi güzel insanlar var hayatta, hayatımdalar. tam içine giremediklerinden hayatımın, asla kimsenin yeri yok orda. gelecektekiler de geçmişte yer bulamadığından hep uzak kalacaklar bana.

sevinçleri yaşarken gözü hiçbir şey görmüyor insanın, sonra hisler geçince ve işin içine kadınlık girince, kurmacalar dünyasında boğuyorsunuz kendinizi kendi kurduklarınızla, kurup bozup yazıyorsunuz. yazıya dökmeden binlerce senaryo şekilleniyor kafanızda.

kafanız dalıp gidiyor, her şeyi unutuyorsunuz. unutmuşsunuz en güzel küpelerinizi o komidinin üstünde. aslında birileri için varlığınız bir çift küpeden ibaret belki. her gördüğünde sizi düşüneceği. düşününce, öyle olmamasını diliyorsunuz. küpeler olmasa da sizi düşünsün, hep siz olun aklında. öyle dillere destan olmaya gerek yok aslında, karşılıklı bir doyum sağlatan aşk, zaten sizin destanınızdır dile düşmesini düşünmezsiniz. kendinize yeterken başka kimseciklere gerek kalmaz.

kum tanesi misali birini yanında tutmak, çok sıkarsan da avuçlarını gevşek bırakırsan da olmuyor. sonuçta ayarını bulamadıkça hiçbir şey olmuyor.

kum tanelerini asla sayamıyorsun, o kadar çok ki.
çoklukların içinde kayboluyoruz hep.. ben kaybolmaktan korkarım, aslında kaybolduğumda dönecek yerimi bilmediğimden korkarmışım. nereye dönsem bir farkı yok. sağım da solum da hep unutulan küpelerim

14 Eylül 2013 Cumartesi

yeni gelişmeler, yeni insan, yepyeni heyecanlar.

leyla oldum günlük.
ayaklarım yerden kesiliyor uçuyorum bazen. Özgürle olduk biz, güzel olduk. gecenin 2sinde, 5. katın çatısında buz gibi havada öpüştük biz.

ışıklar kapalı, sarılarak birsen tezer dinledik günlük. ben hiç öyle hissetmemiştim günlük. o sarılma iyi ki dedirtti beni, ne de güzelsin hayat dedirtti.

daha ne güzel günlerin/gecelerin geleceğine inandım günlük. inandıkça içim ısındı, daha bi güzel öptüm.

kaçamak geceler. uykunun gecelerde kaybolduğu, yerine gelen hayal dolu düşünceler..

4 Eylül 2013 Çarşamba

ona iyi ki varsın, iyi ki hayatıma girmişsin dediğiniz adam
bilmez, anlamaz belki
niye diye düşünür
usulca gider sonra anlayamadığından
anlayamayacağından gider.
söyleyemezsiniz de zaten
bir hayat kurtarmıştır, bunun şükrünü bir teşekkürle edebilirsiniz.
kurtulmuşsunuzdur.
kurtarıp gider, gitmesi gerektiği zamanda.
gereken zamanda gidince yeni bi kurtarıcıya gerek duymazsın çünkü.
acı bi tebessüm gider onun gelmemiş olduğu günlere
iyi ki gitmemişim dersiniz.
belki sadece meraktan yaşıyorsunuz


3 Eylül 2013 Salı

yine geldik bir eylüle
tanrım sen tek başına koyma kullarını

eylül olunca hep izmire gidiliyor artık bok varmış gibi. gideyim de iş bulayım, kimseye laf ettirmemek adına. özgürlüğümü ne kadar çabuk elde edersem, diyebileceklerini o kadar duymam.

son olan kavgalardan sonra babama olan saygımı bi kez daha yitirdim.

annemle de vardığımız son nokta keşke bizi doğurmamış olması yönünde :D

valla insan varlığını sorgular da var ettiğine bunu sorgulatırken bu kadar açık sözlü olmasına gerçekten pes :D

bi de ben iyice kaşarlandım, abuk subuk sorun olan şeylerden bile gülerek bahsediyorum. geçen gün dolmuşta bi adam oturdu yanıma, sormaya başladı işte ne okuyon nediyon falan diye, ya dedim İZMİRE HİÇ GİDESİM YOK.  neyse salak salak muhabbetler, ne kadar güler yüzlüsün ama olmasın öyle şeyler mi ne dedi artık, yapcak bi şey yok didim.

 dün de aametciğimlen görüştük. anlattım kerataya da biraz sansürlü de olsa, bi de reglim duygusallığım üstümde, gözüm doldu doldu ama gün bitmeden ağlamasam bari diyodum ki ağlamadım en sonunda eve geldiğimde yine tartışmalar, izmire gitcem diye ağladım bu sefer sökmedi :D

sonuçta hayat çok boktan. yalnızlık kötü, gideceğin yerde olduğun yerden daha az huzur olduğunu bilmek, zaten olduğun yerde de of amk ya

o neymiş yaa

30 Ağustos 2013 Cuma

hafıza herkesin sahip olduğu bi şey olsa da aynı derece ve yeterlilikte sahip olmadığımızdan mütevellit çok saplantılı insanlar haline gelebiliyoruz.

saplanıp kalmışız geçmişte, dikmişiz bayrağımızı, almışız şezlongumuzu, rahatça (!) saplanıp kaldığımız yerde nöbet tutuyoruz. evet geleceği düşünmeden günümüz mahvediyoruz bu sebepten.

annemi tanıyorum biraz daha, ev içinde gelişmeler oldukça, tavırlarını daha çok gözlemliyorum. bu saplantılı geçmiş, hem özgenin pınar hakkında anlattıklarından, hem benim annemde duyduklarımdan ne kadar acınası hallerde olduğumuzu gösteriyor. olaylar biraz karmaşık ve uzun yıllara yayıldığı için, toparlayabildiğim kadarını bağdaştırıp yazacağım. 2006 yılı olması lazım, pınarın mezun olacağı beklenen üniversitenin bırakılmış olduğunu öğreniyor aile, ben 13 yaşında falanım, her şey büyük bir gizlilik içinde ve söylememişim çocuk aklımla bile, benden sır çıkmaz. pınarın ankara yıllarının aileye verdiği büyük hasar, evlatlıktan reddetme düşünceleri arasında, yeni eğitim döneminde silifkede gümrük bölümünü kazanıyor pınar, babamız son bi güçle affedip okumasına destek vermeye devam ediyor. sonra staj yılları, kpss hazırlığı falan derken sonunda devlete sırtını dayıyor pınar, beklenen ferahlığn geldiğini düşünüyor aile. böbürlene böbürlene kızımız gümrük memuru oldu diyorlar, her şey güzel olacak, izmir'e yerleşecek bizim kızlar, ev de alınır yakında, memur ya kredi falan kolay alınır... pınar yıllardır ilk defa net ve bu kadar yüksek maaş almış, kendi hayatını kuracak, borçlarını ödeyip temiz bir hayata başlayacak, ah bir de şu ergen kardeşi  de izmirde bir üniversiteye başlamasaydı aynı günlerde... neyse küçük sinek sonuçta sadece mide bulandırır çok da önemli değil yeni başlayacağı hayattan. gelsin otorite gelsin çılgınca alışverişler, gönül alışverişleri hep karışık olmuş pınarın, hem çapkın, hem saplantılı, karışık aşk hikayeleri, o kadar çok insanla o kadar çok hikaye biriktirmiş ki, yeni gelenlere temiz sayfalar aramak gerekmiş, bulunamadığında da havaya belki suya yazılmış her güzel anı, hep okunamayacak yerlere yazılmış. pınar 2 yıldır memurken, 40 yıllık memurun yapamadığını yapıp hep tüketmiş, hayatı 2 öğün arasında yenen atıştırmalıkları tükettiği gibi. tüketici kredileri çekmiş boyundan büyük, sonra bunların altında ezilmeye başladıkça yine ailesine sarmış, bilmemeleri gereken bu gerçeği söylemiş yüzlerine, biraz daha rahatsız etmiş o insanları, gün yüzü görmeyi dileyen 1 avuç insana olabildiğince sorun çıkarmış. ilk çocuk sıkıntılı olur didilerdi de böylesine olacağını beklemezdiler herhalde. şimdi dikey geçiş sınavıyla gazi işletmeye yerleşen ablamız, izmirdeki evini 2 kardeşine bırakacak gibi görünüyor.

anneme gelince, şimdi pınar gideceği için 600 lira kiralı ev tüm masraflarıyla kardeşlere kalacak ya, para gidecek ya, annem durup durup gün yüzü göremediklerinden bahsediyor, durup durup, ankarada olanlardan sorumlu insanları suçluyor, zamanında bilinseymiş böyle şeyler olmazmış. bok olmazdı.

bi de özge var, özge ıspartada iktisat okudu, bitirdi, yapacak bi şey bulamadı ki mezun psikolojisiyle ve birçok etmenin bir araya geldiği (istihdam, yeterlilik, dil vs) ülkede iş bulmak kolay değil, sonra yüksek lisans için izmire gelen sonra yine bir arayış içinde kpss ye çalışmaya çalışıp özüne dönen ve aradığını bulan, gerçekten çalışırken mutlu olabileceği bir işe sahipken milyon tane yanlış yapıp o kadar desteği  gören bir pınar kadar desteklenmiyor. oysa o daha doğru bir yolda ve desteklenmesi gerekiyor

anneme gelince, hala madem aşçı olacaaadın niye 4 sene okudun diyor durup durup.

bu kadınları anlamak gerçekten zor, bu kadınlar içinde kendime bir yer arayışı içine girsem çıkamıyorum, hayallerimin peşinde gitmem gerekiyor sadece. pınarı üniversite yılları dahil 7-8 sene idare eden babam özge 5. seneye girdiğinde hık mık etmeye başladıysa ben sıçtım galiba, her neyse :D

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Yapmak için doğduğun şeyi yapmak iyi bi' şeydir.
İzlediğim dizinin ana fikri bu bence. Yazar bir babanın 'normal' bir kız yetiştirmeye çalıştığı dünyada yaşadıklarını anlatıyor ve dizideki karakterler yapmak için doğdukları şeyi yaptıklarında çok daha farklı noktalarda oluyor. rock starların bu sayede star olduğunu biliyorum en azından.
meraba canıms
3 haftadır demredeyim, hiçbi yere gidesim yok. yakında izmirdeki eve dönecek olmak tüylerimi diken diken ediyor. Özgür beni niye umursuyorsun dediğimde çünkü senden hoşlanıyorum didi. çok hoş bence. yüzümü güldüren beni mutlu eden anlar işte, gelip geçici ve pek yenilenmeyecek gibi. Özge ve Özgür izmire gel diyip duruyolar, yalnız kalmama temalı istekler. bugün yine her günkü gibi malak gibi yatıyorken düşündüm ki bu rahatlık 2 ay sonra yerini koşturmacalara bırakacak, sürekli bi yerlerde olmak durumunda kalacağım. ne olcak mesela,

okuyom ben yaaa, derslerim olcak elbet.
İngilizce kursuna devam.
dövüş kursu bul?!
iş bul.

başka da bulunur elbet. vardır yani olmam gereken yerler bence çok tatlıyım.

karnıma ağrılar girdi bak. kabuslar görür oldum. 2 gece üst üste. birnde pınar yine.. saldırıyor, kaçıyorum. kaçtığım yer annemlerin şimdiki yatak odası, kapı kapanmayan cinsten. ertesi günki de korkunçtu ama onu hatırlayamıyorum korktuğumdan başkasını.

ben Özgür'den hoşlanıyor olabilirim.

izzmire cidden dönesim yok arkadaş.

bu sene 23 haziranda mı ne canım 4 arkadaşımı bi araya topladığımda, ağzımdan çıkan bu sene sınava gireceğim lafı aslında çoktandır verdiğim bi karardı da işte o anlık susturuldum, neyse buraya yazıyorum, seneye sınava girip mimar sinan sosyoloji yazcam, benden bi bok olmazsa da olmasın amk napiyim, açlıktan ölürüm
 
 
ben de böyle bi insanım bence. sonrasını hiç bilemiyorum gerçekten, psikoloji eğitimini çok iyi tamamlayamadığım sürece bi bok da olunmaz bence. ben çok beceriksizim bence.
 
Özgürü tanımalı mı tanımamalı mı?
2 aydır konuşuyoz ya vay arkadaş. temmuzda görüşemedik ağustosta görüşemedik eylülde de görüşemezsek ne zaman görüşcez biz didi ya la.
 
dont let me down, the Beatles, saygılar.
 
şimdi eve dönmekten başka sıkıntım var mı diye düşünüyorum elbette ki var, sivilceler falan kanıyor hep, doktora gideceğim, hormonlarla ilgili muhtemelen ama ne çıkacak bakalım.
 
bi de gözdecikle son konuştuğumuzda açıkladığım kararımı buraya da yazmam lazım 18 ağustos 00.00 da söyledim hatta bunu :D asla doğurma, asla evlenme. gözdecik memur olmaya karar vermiş bak o da büyük değişiklik. 10 seneye görcez bakalım.
 
bugün teyzoşla yürüyüşe çıktık 2buçuk saat yürüdük tüm demreyi. yer önemli değil gerçekten önemli olan insanlar. burda bile mutlu olmayaı başarabiliriz bence. uzun yürüyüşlerde çok şey konuşulur çok şey düşünülür, kadın olmak zor, teyzem olmak da, hep birilerinin müdahale etmeye çalıştığı hayatları yaşamak da çok zor inan.
 
 




9 Ağustos 2013 Cuma

Ö.

nolur nolur nolur
gözden çıkardım yari
yalnız ölmesem bari

falan filan diyen yasemin mori şarkısının ardından 110'dan özledim seni çalıyor.
Özgür bugün özledim seni dedi bana. konuşma uzun sürmedi ama çok şaşırdım, günlerdir benim içim de onu özledim diyor, ama mantıklı düşünmeye çalıştığımdan tabi ki de diyemiyorum. başka birine aşk hayatımı anlatıyorum, orda bir şekilde bu kelimeler çıkmış olduğundan, duyguları bastırmak zorunda kalmıyorum, sadece başka kalıplara girmesine müsaade ediyorum. yine de Özgürle şu 2 aylık süreçte özleyecek kadar şey paylaşmışım buna şaşırıyorum. ilk konuşmalara döndüm geçen, kendinden emin bir ben var, kendimi kaptırmadan önce, kaybedecek bir şeyim de olmadığından, nasıl bir özgüvenle halimi anlatıyorum ya da sadece tersleyebiliyorum. kaçan kovalanıyor arkadaş. şimdi tavrım yumuşadı ister istemez. Seni tekrar görmeyi iple çekicem dediğinde bunun tavsiye edilmez olduğunu ve hatta şunları söylemiştim:
ya özgür şey diye düşünme hani
vaay soruları cevapsız bırakıyo işte ilgi çekmeye çalışıyo
gizemli havalar falan gibi bir çabam yok
şu an kafandaki ufak boşluklara dahi beni koymaya çalışma hani benim yerim yok orda
gelen cevap da şu olmuştu
Benimle ilgisi olmadığını anladım.şu var:gerçekten anlaşabiliriz,bişeyler paylaşabiliriz diye düşündüm.ben senin "merhemcin" olma çabasında değilim,istemem.senin sorunlarını çözmek değil ancak paylaşmak elimden gelir
Benim kafamda pek boşluk yok.ben tek başıma da iyiyim.hayatın ilk kuralı bu bence:tek başına iyi olmayı öğrenmek.tek başına da iyi olan bi Gevher görmek istemem bu yüzden
"merhemci" azmi varan'ın tabiri
Klinik psikolog ege psikiyatride
Transaksiyonel analiz esas olayı gibi bişilerle bağladı falan, ama ben konuşmamam gerektiğini düşünüyordum bu sözlerden pek etkilenmiş olmama rağmen.
bikaç günde bir naber? sorusuyla başlayan muhabbetler, neler yaptığımız, nasıl olduğumuz, neler olduğu hakkında konuştuk, klasik gevher saçmalamacaları aslında. ben internette birileriyle sanal olmayan halimden daha iyi bir sohbet ortamı yaratabiliyorum bazen, Özgürle de çok güzel sohbet edebiliyoruz bence. sonra o sohbetlere sıkıştırılan laflar oldu, güzelsin gibi, sırf sen dedin diye yaptım gibi, sevimli görünme çabaları, Ne yapsan gözüme sempatik görünüyosun ne diyim :D diyip açık sözlü davrandığını söylemesi gibi.ne biliyim, şaşırtıyor sonuçta bunlar beni. net adam, bu açıksözlülükten dolayı mesafe koymak isteyip istemediğimi bile merak etti mesela.
görüşebileceğimiz bir zaman için hevesleniyordu da ki bu çok daha güzeldi. sonra yine devam etti feysbuk üzerinden ve sms ile konuşmalar, ben antalyaya döndüm ayın 22sinde, ertesi gün görüştük. birkaç saat geçirdik bi' şeyler içtik oturduk öyle, mükemmel geçmedi ve apar topar(!) gitmesi gerekti ve ben kaçtığını bi daha görüşmek istemez herhalde diye düşünüyordum, bi sonraki gün mesaj geldi yine şoklardayım. konuşmalar devam ediyor hala ve halamı hastaneye yatırdık ben kaldım yanında, o arada ben halamla ilgilenirken o da benimle ilgilendi gibi oldu. yanımda olduğunu hissettim çünki öyle olsun istedim. sonra 1 hafta sonra ertesi gün 1 aylığına letonyaya gitmesinden 1 gün öncesi, naptığını sormuşken, son gününü evde sıkılarak geçirmesin diye önce gidemediğimiz bir sinemaya gidelim dedim, önce o demişti ama gidememiştik, sonra da ben dedim. sonra biz sinemaya gitmek için megapolde buluştuk, 6 seansına girmeden önce, oralarda yürüdük, eski okuduğu okul, hep gidilen pastane, anıların olduğu yerlerden geçtik birlikte, o pastanede oturduk. bence önem verilen insanları öyle yerlerde görmek istersin, göstermek istersin o yerleri o insanlara. sonra sevimli canavarlar filmine girdik. filmin başında çok sevimli bir kısa kısa film vardı. (aramızda kalsın, sonra bizim resmi bir ilişkimiz olursa bu kısa filmi içeren sürprizler hazırlanabilir) . Film de çok tatlıydı, dokunmak da. üşüdün mü sen gibi küçük tricklerle aslında eğlenceli hale getirilen bir yakınlık hali, nebliyim, rahatsız olmadım. güzel eller.. sonra vedalar vedalar. gitti işte gece oldu, herkes evine. sonra da gitti, iletişim devam ediyoruz, çok sık konuşmuyoruz bence, çünkü yabancı bir yerde ve hak verebilirim sürekli telefonda olmamasına. olduğu zamanlar bahsediyor ne var ne yok, bi de bana dedi ki ÖZLEDİM SENİ, ben de özledim çocuk. yanında olmak isterdim zira.

işte bu yazının başından sonuna anlayacağımız üzere o özgüven delisi ben gitmiş, kediye dönüşmüş başka bir ben gelmiş. kendimi seviyorum, üzmek istemiyorum ki ondandır bu kendimi kaptırmıyım nafile çırpınışım. bakalım neler olacak, belli ki insan özgür olmasan yaşayamaz.

4 Ağustos 2013 Pazar

XY: anlatsana biraz ne var ne yok hayatında

GG: biliyorsun ki gezgin bir haldeyim
1 hafta orda 1 hafta burda şeklinde
başka bir 1 haftanın daha içindeyim
kaçtığım 2 evden, babamın ve ablamın evlerinden, geldiğim başka evler
gözdelerin evi ve şuan teyzemin evi
çok farklı yapıdalar
sonuçta herkes aynı aile yapısına sahip değil
ben de kaçtığım yerlerin beni mutlu eden yerler olduğunu fark ettim
güzel insanlarla tatlı sohbetler
nasılsa gideceğim bildikleri için bi baskı kurmamaya çalışmaları
güzel yemekler
gezilecek yerler
şaraplar
kendime ayırdığım zamanlar

XY:o kadar güzel anlattın ki
kendime acıdım

GG: ya ben acınacak halde olduğum için böyle şeyler anlatabiliyorum bence

XY: bence değilsin sen
yaşıyorsun

GG:sorunlardan kaçmak için uğraşıyorum boyuna

XY:sadece bir yerde sabit bir hayat değil

GG: interrail istiyom ben
çok param olsa ne vardı

XY:bence kendine hiç üzülme
sabit bir hayatın sıkıcılığından farklı en azından

GG: olduğun her yerin kendine göre sorunları olacak
kaçış yok o yüzden
gez toz eğlen felsefesine döndü benim hayatım

XY: sorun hep vardır

GG: bi de kaç kaç kaç diyoum hep

XY:sorunları çözmek insanı eğlendiriyor ama sorun olmaması çok kötü

GG: sorun çıkmasın diye sabit kalmaya devam etmemek lazım o halde

XY:ama bir şeyin sabitlenmesinin bir nedeni var öyle isteyince sabiti bozamıyorsun ki
bir gün değişeceğim yok yok değişmeye başlayacağım diyorsun
ama aynı döngüdesin hala farkında olmadan

GG: zaten tüm döngüler kısır

yollar

her adımda başka bir karar, her adımda başka bir yalnızlık.
zaten bu yollar insanı yalnızlığıyla barıştırmak için böyle uzun ve güzel değil mi?
gökyüzünü izlerken ya da yıldızları, başkalarını kattığın düşleri kurdurup onlarsız kalmana müsaade eden aynı yollar değil mi?
yollar geçtim. yollarda hem gençliğim geçti hem kadınlığım geçiyor..
gerçek korkular bunlar. aslında gerçek öfke aşkın da gerçekliğine kanıt niteliğinde. aşık olduğun adama kızarsın, gerçekten yaşadığın bir tartışma ilişkinizi taşır ilerilere. kızıp yıkıp bozup kabullenmeler dolu hayat, ne kadar gerçek o kadar çatışma, çelişki ve zıtlık. tartışabildiğin kadar varsın. o kadarsın işte. kızdın çünkü önemsenmek istediğini biliyorsun ve göstermek için verilebilecek en doğal tepkileri veriyorsun. ciddiye alındığını görmek istiyorsun. hep bir şeyler istiyorsun ve olması için hakkını arıyorsun.
yıllar geçtiğinde, dağ kadar kocaman bir zaman hissiyatı aradığımızda bu günleri hatırlamalıyım bence. bu günler benim 20li yaşlarımın ilk yılının ortaları. üniversite çağları.

rüyalar görüyorum. savaşın ortasında, yıkık dökük bir duvarın önüne sığınmış iki kardeş. beni bu savaşın ortasında her an savaşa atlayamayacak kadar sindiren, elleri yara ve yüzü korku içindeki beni izleyen canavarların içi ne kadar rahat?

oysa ben kendi olma çabamdan vazgeçersem bugüne kadar geçen her an zehir olur.

konuşuyorum boşluğa. yalvarıyorum gözyaşları içinde, nafile.

güzel zamanlar geçirmeyi ihmal etmiyorum, geziyorum, dinliyorum ve gözlüyorum her şeyi. baya da düşünüyorum. kararlar verip hayal sandığımı temizliyorum. başka sandıkları dolduruyorum. dosyalara fotoğraflar biriktiriyorum. görüş alanımdan kareler olduğundan çoğunlukla içinde ben yokum.

ben ordayım ben burdayım. ben geçen saatlerin hızı konusunda kendimle savaşırken, bu savaşta aynı safta yer aldığım insanlara da güzel zamanlar geçirsinler diye uğraşıyorum. yalnız hissetmesinler, bendeki parçalardan kendilerine eklesinler diye. iz bırakayım da varlığım bir anlama kavuşsun diye.. huzur vaat eden mutluluk vaat eden konuşmalar yapıyoruz, daha iyiye nasıl gideriz diye anılarımıza yenilerini katıyoruz kahvelerle, yürüyüşlerle, yolculuklarla. yollarda anılar hiç bitmez. bir koltuk bir muavin bir gülümseme 2 dedikodu yeni hayatlar demektir belki de.
hayatı birleştireceğiniz insanlar aramadan bulmaya yarar yolculuklar. ayak bastığınız her yeri sokak size daha önceki adımların hislerinden katar, daha güçlü adım atarsınız o sokaklarda bir dahaki seferlerde.
okul 1ay önce bitti. 1 aydır orda burdayım resmen. 1 haftadan fazla kalmadım hiçbir yerde.. antalyaya gittim önce, arkadaşlarla görüştüm, gözde geldi sonra dolaştık ettik, bütünleme için geri döndüm izmire. birkaç gün kalıp nazilliye gittim, 1 hafta orda kalıp psikoloji kongresi için izmire döndük. o 1 hafta nasıl geçti ya resmen göz aç kapa şeklindeydi. sorumluluk yok, kitap oku film izle yemek ye şeklindeydi ve bitmemeliydi. bitti işte.. kongre demişken kongre çok ilginç bir deneyim oldu. psikoloji konusunda işimin zor olacağını biliyordum ancak gerçekler yüzüme yüzüme çarpıldı, o kadroları görmek, dinlediğim akademisyenler, psikolojinin binlerce enteresan konusu.. derin yaklaşamamamın sebebi ilk yılı geride bırakmış olmak olabilir, ilk senede olmadı çünkü derinleşmek. kabul bir süreç olduğundan ve zaman aldığından, adapte olmayı yavaş yavaş öğrendiğimden olacak psikoloji konusunda da yavaş ve etkili ilerlemeyi planlıyorum. insan adaptif bir canlı. psikoloji davranışı inceler falan işte napak? neyse bir rüya gibi bitti gitti orası da. her şey bir rüya mı yoksa? gözdeciklen hep beraberiz bu zaman zarfında, ailesi yazları köyde geçirdiğinden mütevellit o da köye geliyor, 5 gündür ben de köydeyim, yoldaş oluyorum, kafa dinliyorum hem. babam her gün arayıp yük olma insanlara diyor, 2 gün önce 1günlüğüne özge de gelmişti, beni çok sevdiklerini söylüyor. yük olarak görseler zaten sevmezlerdi. her gün yük lafını duyunca, demek ki onlar beni yük olarak görüyor diyorum. ondan sevemiyorlar. sevgi arayışına çıktığımı sanmıyorum, yani aile bazında. senin sevdiğin ve seni seven insanlar, sürekliliği olan yaşamda kaçınılmaz elbet, eş ve dostlar lazım. tek eşlilik konusunu çok sorgulasam da kabul görmüş gerçeklerle bu işin nirvanası budur demişler gibi geliyor. çocuğum olurs ona bu işleri nasıl anlatacağım hiç bilemiyorum. çocuğum olursa diye bi cümle kurduğuma bile inanamıyorum. fikirler gerçekten değişiyor yavaş yavaş. ait olma kavramını yıkıp geçmiş bir çocuk olarak başka çocuklar şimdilik ve uzun süre veya sonsuza kadar uzak dursun benden. o çocuk olarak şimdi ege'nin bir köyünde, çok yakın bir arkadaşımın evinde misafirim. güzel sofralarda güzel insanlarlayız her sabah ve akşamları, bisiklete biniyoruz dağların arasındaki yemyeşil tütün tarlalarını seyrederek. dün yılan da gördüm kocaman.. iletişimi koparmadığım 3-5 insan var. onlar da konuşmak isterlerse konuşuyorum, konuşmayı başlatan genelde ben olmuyorum. iyi olduğumu söylüyorum, aile bireylerinden uzakta kalmayı seçtiğimi. 2 evden de uzak durduğumu.  iyiyim de genelde. dişlerimi sıktığım için ağzımın içinde yaralar var, belki çıkan 20lik dişlerim yüzündendir ama muhtemelen kendimi sıktığımdan çünkü geçmişti bi ara evden kimseyle konuşmadığımda.

20 Haziran 2013 Perşembe

bi alanda uzmanlaşmaya çalışmak önüne konan yemeği yemek gibi
merveden yola çıkalım. merve ege psikoloji istiyordu ama ankara maliyede okuyor. önüne konan her neyse onu öğrenmek için çabalıyor ve öğreniyor, önüne psikoloji konulsaydı da değişen bir şey olmayacaktı ve öğrenecekti. bir bebek yetiştirir gibi aslında, çocuğa nasıl davranırsanız ona göre şekillenecek ve o hislerle bir hayat çizecek. biz de aldığımız akademik eğitimde önümüze sunulanlarla bir hayat çiziyoruz. merve önüne psikoloji sunulsaydı belki daha mutlu öğrenecekti ama şimdi muhtemelen daha mutsuz öğrendiği şeylerle yön veriyor bilgilerine. yemeği yerken, tarifini istemek var. onu istemediğini düşünürken önüne geleni seven de var, sevdiği yemeği beğenmeyen de. önünüze gelenin ne olduğunu bilmeyip tadına bakarsanız midenizi bozma ihtimaliniz de var. hayat hep varyasyonlardan ibaret zaten.

önüme gelen bir istatistik var. yine kaldım amk. küfür ettiriyorlar beni. 20 hazirana gelmişiz antalya sıcağında ders mi çalışılır. ben sıcak diye not yükseltme sınavlarına girmemişim hayatımda beni bu sıcakta ders çalışmaya itiyolar. hem önümüze gelen yemeği beğenmeyince yememem lazım benim, kusuyorum yoksa fena oluyor.
 bir dersten kalmak bu kadar dramatize edilmez ki arkadaş.
pınarın hep dediği bir şey geliyor bu durumlarda aklıma... ilk üniversite okuyan sen değilsin ilk sevgilisinden ayrılan ilk ailesinden uzak kalan da şeklinde bir yüzleştirme çabaları. ben ilk değilim ama pınarın da bunu ilk söyleyişi değil. şimdiye kadar bi 8 kere falan duydum. bunu hatırlamamın sebebi ilk defa dersten kalan ben değilim :D acaba mal mıyım ben ya, niye basmıyor kafam şu salak şeylere

19 Haziran 2013 Çarşamba

bu blog benim sevgilim gibiymiş meğer. sevgilinin yerine geçecek biri olduğunda ihmal ediyorum buraya içimi dökmeyi. içimdekiler dökülecek yerler buluyor hep bir şekilde, bulamadığımda da kürkçü dükkanı işte..
aldatıyorum bir nevi. aldatmayan insan yoktur, fırsat bulamayan insan vardır, gibime geliyor.

sonda başlayarak bıraktığım yere dönmeye çalışayım. son ayın özeti niteliğinde.

mesela az önce, dayım geldi. 10 dakika oturdular çok değil. konuşacak kadar ortak konumuz yok, hiç yok ve toplamda durduğu 4 cümleden benim tek seçtiğim 'Burcu psikoloji okuduğu için pişman.' Burcu yeni evlendi, hayırlısı.

dün sabah rüyamda amcamın bir psikolog olup başbakanla terapi yaptığını gördüm, cidden.
sonradan hatırladım ki uyku arasında dışardan sesi geliyormuş ve rte'nin psikolojik tedaviye ihtiyacı olduğuna dair okuduğu haberden bahsediyormuş. rüyayla bütünleşmesi gerçekten mükemmel olmuş :D p.s: amcam yaklaşık 35 yıldır her gün cumhuriyet okuyan bir insan.

antalyaya döndüm. otogarda karşılanmak özel hissettiriyor evet. buğra'ya teşekkürlerimi hep ediyorum.
ertesi gün buğralara gittim, yemin ediyorum ev ev değil. havuz deniz bilmem ne hepsi bi yerde olunca, ben bi geceliğine otelde kalmaya gitmişim gibi oldu. lüksü sevmediğini sanan ben bir kez daha hayal kırıklığına uğradım ve insan soruyor kendine.. hayattan konuştuk, hayatlarımızda neler olup bitiyor bir değerlendirdik, mutlu olmak için beklemek gerekiyor bazen. doğru adımlar atmak için, pişmanlıklar da onları aşmak da lazım.


23 Mayıs 2013 Perşembe

bedel

her şeyin bir bedeli var. buraya kadar.
son pişmanlık.
bedel 'bad' dir. kötüdür yani 'bet'tir. iddiadır anlamsız. hayatın bize karşı girdiği bir iddiadır. kaybetmeye programlandık. bedel 'el'den gelir mutlaka. el yani başkası bize bedeller ödetir. acıta acıta kanata kanata öderiz bedelleri. ucuza aldığımız her mutluluğu daha pahalı, kazık kadar başka bedelle öderiz. elden bir şey gelmez. el ele vermek gerekir bedellerin altında kalkmak için. elinizi tutacak kimse yoksa zaten bir başka bedel vardır ödenen.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

her şey pek sanal ya artık her yazılan aynı renklerde aynı ekrandan görülüyor. ne demek istendiğini sadece iç sesinin tonlaması belirliyor. okudukların seni hem mutlu ediyor hem üzüyor. özel hayatın özel kalmadığı, özel kalmasına çalışırken saklanamadığı anlar çok. bunu yakalayan her kimse zaten daha mutsuz oluyor.

neyse, mutsuzluk biyerlerde hep sizi bekler. merak içinizi kemirse de bazen, doğum günü sürprizinizi size küçük oyunlar halinde belli etmemeleri hediyeden daha büyük bir sürprizdir mesela. oyunbozan olursanız bir sonraki oyunu oynamak istediğinizde bozduğunuz yerde kalakalabilirsiniz.
eklemek lazım oyunbozan dedik o kadar

her şeyi siktir edelim bize bi şey olmasın.

19 Mayıs 2013 Pazar

bi şeyler hep ters gider.
hislerin seni yanıltmasın.
mutlu ol da başarının kapıları açılsın.
başarı da güzellik gibi.
şimdi bizim nesilde büyüyen insanlarda ortak bir algı var gibi. akademik eğitimin safhalarını birer birer atlayıp üst basamağa geçen insanların algısı, liseye girerken sınavla iyi bir lise, ardından daha iyi bir üniversite. başarının tadını başka şeyler sandırıyor bizlere sanki iyi lisede okuyunca iyi üniversite kazanınca ardında mezun olup yüksek lisans adımlarını tırmanmaya devam edince ailenin gözündeki başarı basamaklarını tırmanınca başarmış sayılıyoruz. oysa başarmak, yetenek ve ihtiyaç dahilinde gerçekleşen bir şey olmalı. bir olgu belki. olaya dönüşmeden o olgunun içini sağlam doldurmak lazım. akademik kariyer ya da çok para o olgunun içini doldurmuyor, aksine kendine denileni yapılmış, düşünmekten uzak birey kelimesini karşılamayan bir kitle yığını oluşuyor her yerde. mutlulukla gelen işler asıl başarılarınızdır.

16 Mayıs 2013 Perşembe

denizli düşler
denizler
ve sevdalar.
denizlere de hayata da teknelere de tutkun bir adam. her şeyin en güzelinde huzur bulan.
en güzel kahkahalar atan
en mutlu eden.
bildiğim stabil mutluluk halinden çok uzakta bir mutluluk halindeyim. zihnim neşem keyfim sesim hepsi ayrı bir güzel. apaçık bir zihin hayatını değiştiriyor.
sen mutluyken hayatı yeniden seviyorsun, asla ölmek istemiyorsun.

belki yıllardır yaşadığın en keyifli günleri yaşıyorsun. daha önceki yaptıklarında farklı bir şey yapmıyorsun belki aldığın tad? ya o doğallık kokusu?
günlerim çok hızlı geçiyor. tasasız, kaygısız, en önemlisi mutlu.

daha önce geçtiği yollardan geçiyorum. anıları tazelemeye. anılar hep hatırlanası şeylere dönüştü şu kısacık zaman diliminde. denizler görürken, tüm şarkılar bizim için söylenirken, bize düşen layıkıyla yaşamak. geleceğe yönelmek. şansımızı iyi tanımak birbirimize.
daha çok şey paylaşıp kısıtlanmadan YAŞAMAK.

dün, kocaman bir sarılmadan sonra başladık yine maceralı güne, benim pasaport işlerimi halletmeye çalıştık. fotoğraf işini sonraya bıraktık çünki yüzmeye planlandııık ve sırt çantalarımız, ekmek aralarımız ve icetea lerimizle çıktık yola. yol uzun, denize değer. o yol bile kısacık geliyor bana hala, her şeyin anlamlı oluşu, daha önce bahsedilen konularından bile bir yerlerden karşımıza çıkması eğlendiriyor bizi. şarkı sözleri anlamlı. güzelim plajda kalabalık yok biz varız. yüzüyoruz buz gibi suda. sonra güneşlenip toparlanıyoruz, yürüyoruz dönmek üzere, dolmuş beklediğimiz yerde, beklemeyelim diye bir adam arabasına yolcu alıyor bizi, dönüş hep muhabbet, psikolog olacağımızı duyan anlatıyor, tahlil etmek zor değil mutsuz hayatları, çözümsüz olsa bile. indiğimiz yer balçova, fotoğraf işini de halledip bir şeyler yiyoruz. yürüyoruz saatlerce metronun son durağına kadar, son durakta geçiş ücretsiz. mutluluk için para bile harcamamıza gerek yok. eve geliyoruz sessizce, gizlice. evde olduğunu bilen kimse yok. biraz adrenalin, dokunuşlar, nefes kesilmeleri, kayboluşlar... kollarında  sımsıcak bir uyku. bol rüya dolu. merhaba sevgilim. öpüşün gibi güzel gülüşün gibi sonsuz bir merhaba.

13 Mayıs 2013 Pazartesi

bugün canımın yanması geçmişti aklımdan, gece yatarken ufak bir düşünce geçmişti. zaten yanmış başka bir canın yanıklığı da yakabilirmiş insanın canını. yanık bir can, pişmiş sucuklar, gözyaşı karışan hayaller hep aynı karelere sığar mıymış? hep olmasa da birilerinin canı hep yanarmış. yanıkların iyileşmeden neler koyabilirsin üstüne, canın daha çok yanmadan?

aliterasyonlar var. tekrar üstüne tekrarlar. hayat tek perde değil ki. saplanıp kaldığın düşünceleri tekrar etmeyen heceler mümkün mü?

mutluluk veriliyor mu ki bize geri alınıyor gibi hissediyoruz?

bu hisler anca

6 Mayıs 2013 Pazartesi

öyle kimsenin gözüne sokacak şeylerim yok, fark etsinler istersin bazen ama bunun için bi şey yapmaman gerektiğini bilirsin. etkilenirsin sadece, sormadan, düşünmeden. bedenler yakınlaştıkça ruhlar da yakınlaşırmış. ruhum o kadar yakın ki şu an ona, ellerimle dokunmamak için zor tutuyorum tutmasam, kendimi bırakacağım. kendimden vazgeçmemek için savaşmak yerine kaçıyorum. sevgiden kaçıyorum ve ihanetten. kimseye zarar gelmesin diye.

çimlerin üstünde uzanıyoruz saatlerce, yanyana, aynı gökyüzüne bakarken benzer hayaller kuruyoruz. aklımızdan aynı şeyler geçiyor, kimse yanaşmıyor ama bir öpücükten mahrum kalıyoruz. engeller var gibi çekiniyoruz. oysa o 2 dudak arasında, dudakları kurutan zalim ege rüzgarlarından başka bir şey olmamalı.

oluyor öyle, her karşımıza çıkan seçeneği seçemiyoruz. duygusal olarak parçalara ayırıyor benliğini.
duygularını nasıl anlatırsın ki kalp atışların dışında nasıl kanıtlar sunabilirsin? zaten kanıt sunacağın şeylerde mantık da lazımdır. mantığın aşkta işi ne? aşk, birkaç gün de sürebilir bence. aşkımın da mantığımın da kurumuş dudaklarının da sorgusu yok.

3 Mayıs 2013 Cuma

her şey üremeyle başladı
çoğalma isteği duyan insan, çoğaldıkça yönetmenin hazzını duymaya ve her şeyi kontrol etmeye başladı. kontrol ederken insanı şekilden şekile soktu, onunla kal dedi, o senin dedi, sen ondan üstünsün dedi, ona dilediğini yaptırmakta özgürsün dedi, yap dedi. ailesiniz dedi.
sonra gücünü asıl yöneteceği parayı eline verdi, ekonomiler, dalgalanmalar, geçim derdi, sorumluluk ve daha çok dert verdi.
her şeyi dert edinebilecek insanlarla modern dedikleri bir dünyayı çoğalttı da çoğalttı.
çoğalan insanlar ve dertler arasında, çeşit çeşit senaryolar yaşandı. aile dediği, anne baba ve çocuktan oluşur dedi, başka cinsel yönelimleri kabul etmiyorum dedi, günah dedi, hastalık dedi. bunu insanlar arasında ayırımcılık ve karmaşa olsun diye dedi, işe yaradı.
çeşit çeşit senaryo, olasılık hesaplarında hesaplanmayacak kadar sayıda yazılmıştı ki yaşanıyor şimdi. her insanın farklı parmak izlerine sahip olduğunu düşünürsek, farklı yaşayış ve düşüncelere sahip olabilirler. herkes doğru ailelerde doğmuyor haliyle.

benim içine düştüğüm ailede, parayı kontrol mekanizması olarak gören, tek dayanağı verdiği paralar üzerinden saldırabilen bir BABA var. olayları sonundan anlatmak gerekirse, en ufak bir sinir harbinde verdiği paralardan, YAL diye söz ederek(yal yerel bölgelerde hayvan yemi olarak kullanılır) 'yalınız fazla geldi sizin' 'köpeklenmeyin' şeklinde ithamlarda bulunabilir. aşırı sevilir, denenmelidir. sarılıp öpmelik babadır.

23 Nisan 2013 Salı

sürekli bir şeyler yapıyorum
hayatıma kimse girmiyor
kimse girmek için uğraş vermiyor
var olan herkesin birkaç düşüncesi yüzünden uzaklaşma halindeyim
ben bu insanla neden arkadaşım ya şeklindeyim
artıları hep önünde eksilerin
eksiler..
bir ideoloji
bir tarz
çiçeği tutuş biçimi yüzünden çiçek alan adam gibi, çiçeği düşünce şekli yüzünden arkadaş olduğum insanlar bazen beni hayal kırıklığına uğratıyorlar.
bir insan için düşüncelerini dile getirdiklerinde ya benim için diyorum hep. konuşulan insanın yerine koyuyorum bi an kendimi ve bütün bağlar pamuk ipliğine bağlıymış biliyorum.

uyumsuzluğumun yine de getirmiş olduğu bir arkadaş çevresini sorgulayamıyorum. hani bir arkadaş ortamında çok eğlenceli olmayan biri vardır, gece iyi kötü biter ve eve bırakan arabalı biri vardır, ilk bırakılan sıkıcı insan bırakıldıktan sonra arabadakilerden birinin eve gidesi olmadığı için diğerlerini ikna edip gecenin kalanında o sıkıcı insanın yokluğundan mıdır nedir çok eğlenirler. işte ben o sıkıcı insanım. ben gidince hayatın akışı değişip, eğlence parametresi fırlıyor

14 Nisan 2013 Pazar

eğer dedikleri doğruysa, milyarlarca yaşındaki bu evrende, binlerce yıllık insanlık tarihinde insanoğlunun var oluş sebebini arayışı için yeterince uzun bir zaman geçmiş.  hala bulamamış oluşumuz gerçekten şüphe uyandırmıyor mu? bence cevap değil sorudur önemli olan diyen felsefeciler de, cevaplar değişiyor diyen diğerleri de o cevabı bulup bize söylemeden gidiyorlar uzaklara. biliyorlar gerçeği ve bize ulaştıramadan gidiyorlar. biz cevabı dinlemiyoruz da ilk soruda takıldık kaldık belki de. şu anlamsız sınav haftasında amaçlara yönelik bir çalışma yapılsa amacı mutluluk olmayan insanların ne aradığını bulabilirdik. hala neden intihar fikri varken, ölüm korkusuyla yaşadığımızdır asıl merak konusu.
 tanrı bilinç verdi, tüm duyguların adını koymamıza izin verdi, tüm duyguları yaşayatacak milyonlarca olasılığı da yanına ekledi. biraz yaşam enerjisi, biraz cesaretin de etkisiyle dünya üzerinde olasılıklar dahilinde olup da yaşanmamış bir şey kalmayana kadar yaşamaya devam edeceğiz.

12 Nisan 2013 Cuma

zoru görünce hep kaçan insan olmuşumdur ben. hayatımda pek büyük zorluklar olmasa da, sorumluluk almamak konusunda da üstüme yok. okuduğum bölüm dışında da hayat üzerinde hiçbir sorumluluğum yok. kendime saygım var belki o kadar. sadece o saygıdan yerine getirdiğim alışkanlıklar var hayatımda.

sorumluluk buldum mu kaçıyorum. net. hayat içinde en basit ne sorumluluk alabilirsin, asosyal olmayan bir insanın arkadaş grubuyla yapacağı planı organize etmek, gidilecek yeri/yolu seçmek, kılavuz olmak gibi küçük sorumluluklar mesela. atalarımızın hep dediği gibi 'kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmazmış.' kendi başıma gayet deneyebileceğim yerleri, rezil olsam da rezil bir yer olsa da kendimi suçlayabileceğimden bir sıkıntı olmayacak yerleri başkalarına karga olup kötü hatırlanmaktansa, hiç olmamasını tercih ederim ya da başkalarının seçeneceğiyle neler olabileceğini görmeyi yeğlerim ben.

sorumluluk dediğin nedir ki gülüm, almazsın, yapmazsın, pişman olmazsın.
alırsın, yapmazsın, pişman olursun.
alırsın, yaparsın, beğenmezler, mutlu olursun.
alırsın, yaparsın, mutlu olursun.
almazsın, tecrübesiz kalırsın, karşına çıkan ilk sorunda mutsuz olursun.

çok boklu, çok uçlu bu değnekte aslında çok nadir olasılıkla mutluluk var. hayatın amacını ne olarak düşündüğünüzü bilememekle birlikte, mutsuzluktan şikayet ediyorsak mutluluğun o amaçlardan biri olduğuna inanıyorum ben. sorumluluklar bu mutluluğun neresinde?

neyse işin aslı bu olsa da bu yazının amacı başka dertlerimi dökmek.
sorumluluk, kaçmak, zorluk derken, kafamı meşgul eden sanırım dünyamın en büyük problemi olan 2ders için, ki yolun başındayım henüz, 1. sınıfta bu zorluklardan dolayı pes etme ihtiyacı duymam gerçekten çok acı.  ancak kaybettiğim motivasyonum, ben bir gerizekalıyım hislerim, geçsem yeter diye düşünmeme rağmen, zaten zayıf halkaları elemeye yönelik gayet yüksek barajlı geçiş sisteminde onu BİLE yapamayacak kadar olduğumu düşünüp kahroluyorum. kapasitemi biliyorum ve gerçekten anlamıyorum. olmuyor yani. çarşamba gününe kadar bir mucize gerçekleşmezse gelecek seneler başka mucizelere ihtiyaç duyacağım.

sevdiğimi düşündüğüm şehir okul bölüm sınıf çevre oda kitaplar eşyalar aktiviteler insanlar şuan o kadar farklı ki. değiştiğine inandığım şeyler hala o kadar aynı ki. pek sevilen bir insan değildim hiçbir zaman, büyük aşklar da yaşamamışım. vazgeçilmez insan olmamışım yani. ardıma baktığımda, ki bakmıyordum uzun zamandır, şuan bir hiçim. bir 5 yıl sonra hayatımda olacağından çok emin olmak istediğim insanlardan elimde olmadan kaçıyorum

kararlarımı kendimin vermeye çalıştığım, arada özge'den aldığım tavsiyelerle geliştirdiğim saçmasapan bir hayata dair adımlar atıyorum. evet koyun olmadığım için bir çobana ihtiyacım yok ancak, sorumluluğu benim üzerimde olan bir hayatı yönetmek bile bana zor geliyor. libidinal enerjim nereme kaçtı gerçekten bilmiyorum.

enerjim kaçtığı yerden geri gelmezse sanırım değişecek şeyler var. pişmanlıklar getirecek ve uzun zaman isteyen şeyler şuan ancak zamanını beklemekten başka yapabileceğim pek bir şey yok. belki cesaretsizliğime bir çare bulurum, hayatımın gidişatına yön verecek, önderlik edecek çok önemli olacak insanlarla tanışırım. ketumluğumdan uzaklaşırım. akademik bir dile geçer, bilimsel gözlükleri edinirim. nefretimi kırar, zekamı doğru yönde kullanırım, hayallerimi gerçekleştiririm, aşk dolu, heyecan dolu bir döneme/hayata balıklama dalarım :)

10 Nisan 2013 Çarşamba

kendi kendime konuşmaya bayılıyorum. içses'im düzenli ve devamlı cümleleri bir araya getirdiği an bir metnin girişini yazıyor adeta. o düşünceleri yakalayayım diye hep bir yerlere not alma ihtiyacı hissediyorum, unutuluyor yoksa, ben unutmuyorum, kendi kendine.. telefonum koşuyor genelde imdadıma, eskilerin divanları, cönkleri, bizim notpad'lerimiz. ruhsuz, tekdüze not edilmiş birkaç cümlecik. elyazısının ruhunu hissedemiyorsun bir Arial'da bir Times'da. zaten times ile yazıyormuşum. iç ses geçen bir makale okudum geçen. vygotsky'nin piaget'e eleştirisi şeklinde. okudukça iç sesimi daha bir çok sevdim

psikolojik savaş

yaptığımız en iyi psikolojik savaş, küsmek der metin üstündağ.

ben, bana bulaşılmadıkça pek kötü bir insan sayılmam, nankör hiç değilim. ama bıktım.

evde yaklaşık 40 gün önce olanlardan sonra, pınara zaten iyi duygular beslemezken, iyice kötü olmamak adına uzak duruyorum ondan. kendimce, birnevi küstüm. psikolojik savaş, onun açısından nasıl sonuçlanıyor bilemiyorum ki hiç bilmek istemiyorum, ben etkilenmiyormuş gibi görünüp içten içe kafayı yiyorum. umrumda değil diyerek yalan söyleyemem çünkü her odaya girdiğimde değişmiş şeyler beni çileden çıkarıyor. onlarca kez söylenmiş yapma etme cümleleri, solan çamaşırları yıkama, kirli sepetime dokunma vs. zilyon tane saçmasapan cümle. aşamıyoruz, vazgeçmiyor. çaresiz hissettiniz mi hiç? elinizden bir şey gelmediği durumlar oldu mu? öylesine çirkin, taş gibi kaya gibi bir kalbe karşı sabrınızı sınadınız mı? ne söyleyeceğiniz lafların ne de şiddetin işe yaramayacağını düşündünüz mü? beddua bile etmiyorum ben. bir an önce yollarımızın ayrılmasını, bu evin bana kalışını istiyorum. gerçekten dayanılmaz bir hal alıyor ya gebersin diyemiyorsun, vazgeçiremiyorsun, içindeki kuşkuyu ve endişeyi söküp atamıyorsun. giderek daha rahatsız oluyorsun. ne yapabileceğini ve daha ne kadar dayanabileceğini bilemiyorsun. aslında ölmek istiyorum.

7 Nisan 2013 Pazar

yaşadığım her şey için, yaşattığım her şey için duyduğum pişmanlık, yok olma ve yok etme düşüncelerimi körüklüyor.

harlı ateş, kıvılcımlarını saçarken verdiği zararlardan sorumlu değil, sorumluysa bile sorumluluk kabul etmiyor.

çok net kararlar aldım. uygulama aşamasında para kaynağım aile olduğu sürece başarılı olamayacağım ancak, kararım net. kendime yeni bir hayat kurduğumda, aile bireylerimi asla dahil etmeyeceğim.

net kararlar alıyım da hayatımda radikal değişiklikler olsun diye düşünmezdim ben çünkü stabil bir hayatı tuz biber niyetine adrenalinle seviyorum. bu radikal kararı almama sebep olan insanlar, yine karardan etkilenecek insanlar.

kişilik üzerine okumalar yapıyorum şu ara. ilk şekillendiği dönemde, çocuğun olmayı seçtiği insan, genelde ilk karşılaştığı tutumlarla verdiği kararlardan ibaret oluyor. gündelik yaşamımda fark ediyorum ki o karar verme dönemleri davranışlarımı aşırı etkiliyor. yolda birkaç insanla yürürken bile olmayı seçtiğim taraf, zamanında karşıma çıkan şeylerle verdiğim kararlarla seçilmiş taraflar. eğer bunlara sebebiyet vermiş insanlar, fark ederek ya da etmeyerek (sonuçta ne kadar bilinçli olabilirlerdi o şartlarda) belki baskıyla, biraz korkuyla, denge kurulmadan verdikleri yaşam mücadelesiyle, imkanları sağlayabilecekken bilinçsizliğin farkında olarak asla gereken bilince ulaşmak için vermedikleri emekle, hayatımın şekillendiği dönemleri etkilemeye devam ederek, yaptıklarını hayatımı kolaylaştırıyormuş gibi göstererek beni yıpratmaya devam ediyorlarsa, buna hakları yok. hakları olanı görecekler, uzaktan. ama daha fazlasıyla müsaade edemeyeceğim yüksek müsaadenizle sizin de.

1 Nisan 2013 Pazartesi

yaklaşık bir yıl kadar önce, orhan özge merve ve ben, ısparta'da bir evde, oturmuş, herkesin bir diğerini 3 kelimeyle anlatıp ne kadar tanıdığı yönünde tasarlanmış bir oyun oynamıştık.

ben gümlemiştim. pes. pas. gene 2 kelimeyi bir araya getiremedi, beceriksiz gibi bir insan imajı bırakmıştım orda çok iyi hatırlıyorum. adeta bir tabula rasa idim. cahilliği benim eksik olduğum yerden soru geldiği içinmiş, soru zor değil, ben konuyu bilmiyormuşum.

şu ara kişilik konusunu çalışıyorum. 4 kurum içinde, o oyunu hatırlatan kişilik özellikleri kuramı oldu elbette psikanaliz olması daha zor bir ihtimal. o tabula rasa'ya neler neler yazılabiliyormuş adeta ULAK filminde, kutsal kitap için ilham gönderilen insan edasıyla yazılıyor cümleler, en kaliteli parşömene, o güzelim mürekkep ve kurban olduğum o el yazınla...

29 Mart 2013 Cuma

bugün, yine yoğun bir cuma gününde birlikteyiz. pek çok çıkarımla birlikte. hayata dair aldığım en güçlü eleştirilerden 2si çıkarımlarımın ucuz olduğu ve dediklerimin gerçek hayatta karşılık bulmadığıdır.
eleştirilerin insanı geliştireceğini düşünüp, eleştirilmek isteriz bazen. genelde hoşumuza gitmeyen şeyler olduğunda laf çarpıp kendimizi avuturuz. ben de şöyle avutuyorum, zaten pahalısına gücün yetmez, hayatta karşılığı olmayan hayat aslında neyden ibaret sen onu bile bilmiyorsun.

bugün1: ders fizyolojik psikoloji, konu duyum ve algı. herkesin dünyaya bakış açısı farklıdır, çünkü dünyayı algılayış şeklimiz farklıdır. zaten tamamen beyin fonksiyonlarında biten bu olay, beynimizin bize sağladığı imkanlar doğrultusunda şekillenir ve duyu organlarımızın iletimi sonucunda algımız oluşur. her derste 'ben aslında yoğum' bu dünyanın gerçekliği algıladığımızdan farklıya çıkan konular bugün de şaşırtmadı.

bugün2: laboratuvarda, bilimsel bir çalışmanın içinde olmak, üretkenlik gerçekten dünyaya geliş amacınıza karşılık veren şeylerden. sıçanlar da alıştı bize.

** ugg model ayakkabılarıyla tenis oynayan insanlar gördüm.
i see dead people repliğine yeni bir replik de ben kazandırmak istiyorum bu ugg'larla.

bugün3: işbaşvurusunda bulundum. hiç çalışmadım ama iyi ingilizceme güvenerek beni işe almalarını bekliyorum.

bugün4: stranger than paradise'ı izledim. jim jarmusch imzalı film 1984 yapımı. başroldeki macar gencin özünü inkar ederek kendini amerikalılardan daha çok amerikan atfetmesini eleştiren, arkadaşı ve amerika'ya yeni gelmiş kuzeniyle beraber çıktıkları yolu anlatan, gerek oyunculuk, gerek yönetmenin kısa film geçmişinden gelen anlatım biçimiyle değişik ve üzerine düşünülmesi gereken biraz durağani sürpriz sonlu bir film. izlenilesidir, tavsiye edilir.

bugün5: birsürü insan kazandığım şu dönemde, hala yalnız kalabildiğimi hissettiğim var ya, varoluştan gelen o çaresizlik hissi, bugün tam ona kapılmışken fark ettim ki , yalnızlık insanı hırçınlaştırıyor, daha da fenası saldırganlaştırıyor. saldırmaktan zaten etrafında kimse kalmıyor daha bir yalnızlaşıyorsun. kısır döngüye bak!

bugün6: Ataol behramoğlu ve haluk çetin söyleşisi. Ataol beyden şiirlerini, haluk beyden o şiirlerin bestelerini dinlemek pek bir hoştu. A.B nin 80 dönemlerinde hapishanesi maceraları, ardından Paris'e kaçışı ve ayrı kaldığı kızı için yazdığı şiirlerden enstantaneler dinledim. metaforların önemini, türkçenin ne kadar zengin ve ahenkli bir dil olduğunu vurguladı A.B.

23 Mart 2013 Cumartesi

yine ben. ben pek korkak olmadığını düşünen, tehlikeyi pek çekmeyen, gece geç saatte tek başına evine dönebilme potansiyelinde bir insanım. bugün de, birlikte gidebileceğim kimse olmadığından (aslında kimseye sormadım da, sorabileceklerim zaten gelemezlerdi) tek başıma gittiğim bir tiyatro oyunundan dönerken çok korktum. oyunun sahnelendiği kültür merkezi izmir'in en büyük alanlarından birinde, fuar alanında bir binaydı. o binaya ulaşmak için, basmane denilen muhitte metrodan indikten biraz sonra girilen alanla sanat merkezi arasında 10 dakikalık yürüyüş mesafesi var, alan büyük olduğu için biraz da karmaşık ve önümüzdeki haftalarda başlayacak olan doğal taş fuarının yapım çalışmalarının geç saatlerde de sürdürülüyor oluşu ki kaba inşaat yani inşaata topun kaçsa durumu biraz da. tam kulaklığımı takmışken karşımdan gelen bir adamın dediği şeyi tam anlamamakla beraber sonradan anlamlandırırken buldum kendimi 'buralar çok tehlikeli'. henüz sakinliğimi hızla kaybedip aynı hızla yürümeye devam ederken baya uzun bir zaman dilimi gibi geldi o 10 dakika bana. metroya indiğimde artık nasıl suratsıs beti benzi atmış bir insana dönüştüysem çok garip bakıyorlardı bana ama soramadım ya niye öyle bakıyordunuz bir gariplik mi var diye, soracağım bir daha benzer bir durum olursa.

sonra eve geldim. her gün geldiğim lanet yer. tıpta, sıçanlar üzerinde depresyon testleri yapılıyor. sıçanı depresyona sokmak için yöntemler var, mesela kafesini 45 derecelik açıyla yatırmak ya da sıçanı 3 gün ıslatmak ya da kafese at kılı (kokusu fena) kedi kuyruğu koymak gibi. bir insanı depresyona sokmak için her gün kooyduğu eşyaların yerini değiştirin :D benimkini değiştiriyor pınar. çok mutlu oluyorum. sonra sinirlenip saldırmamak için dur, diyorum. öğrenci köyü çıksın, öyle sinirini boşaltıp terk edersin burayı. depresyon testine sokulmuş sıçan gibiyim
insanlar şöyle düşünüyor böyle düşünüyor hakkımda,
kimisi güzel olduğumu
çirkin olduğumu
cırtlak sesli olduğumu
çok şey bildiğimi
konuşmayı beceremediğimi
saçmasapan bir hayata sahip olduğumu
çok çalıştığımı
işe yaramadığımı
garip olduğumu
çok akıllı olduğumu
bazen çok konuştuğumu
her şeyi düşünüyorlar. oysa bilmedikleri çok şey var. elbet çok şey vardır ama bu çoktan da çok. içimdeki fırtınaların genel olarak sebepleri, hayatımı yönlendirişlerini asla anlamayacaklar

benim mücadelemi asla anlamayacaklar.

ben eskiden eziktim. şişman çirkin ve kimsenin vakit geçirmek istemeyeceği bir insandım. şimdi, fiziksel gelişim sürecinin zirvelerine doğru çok yaklaşmış bir güzelliğim, zekamın beni daha güzel göstermesini sağlayacak kadar bilgi birikimim var.

tüm bunlara sahip olurken, hayatın tercihlerden ibaret olduğunu söylemek yerinde olur elbet. tüm o çirkinliklerin içinden sıyrılamamak da vardı hayatta, seçmedik. doğduğumuz yeri ve hayatı seçmediğimiz gibi, karşımıza bazı zorunluluklardan çıkan ve hayatımızdaki en büyük travmalara yol açan insanları da seçmedik. hayata yön verirken seçtiğimiz insanları, o zorunlu seçeneklerden öğrendiklerimizle seçtik. artık daha iyi yön verebildiğim hayatım, eskiden kimsenin vakit geçirmek istemediği beni buna savaş açmakla yönlendi. çünkü o geçmeyen zamanları nasıl güzel geçirebileceğimi öğrendim ben.

11 Mart 2013 Pazartesi

Gün geçmiyor ki, güzel günlerin temelleri atılsın. bugün yine derslerle olan bir sıradanlıkta başladı. insanları gözlemlerken geçen zaman, nasıl anı durduruyorsa, sana olan katkısı durmak bilmiyor!

edebiyat dersi vardı ilk olarak, 12 mart'ın önemi sebebiyle dersimizi İstaklal Marşına ayırmış hocamız. bi ara Mehmet akif, bir hışımla uyanıp kalem bulamayınca kafasındaki dizeleri bıçakla duvara kazırken tüylerim diken diken olmadı değil. sonra geçti. yoksa pek saygım olduğunu da söyleyemem o ideolojiye, körü körüne.

sonrası inkılap, sınıfın çift numaraları bizden önce derse giriyor. derste tartışma çıkmış, muhalefet olmayı çok seven bir grup varmış. anladığım kadarıyla ötekiliklerini meşrulaştırmayı seven, tartışma adabını pek bilmeden, çok ses yükselten bir grup. 'daha çok okumanız lazım, bilimsel gözlükleri henüz takmadınız.' diyor hocamız. bir yaşanmışlıklar var ortada, bir onu yaşatan taraf, bir de yaşayanların geçmişe olan hunharca bağlılıkları. içlerine sindiremedikleri onların gerçek hisleri mi yoksa onlara hep empoze edilmeye çalışılan şey mi asla emin olamıyorum.
medeni kanunun gündelik hayata olan katkıları sanırım en çok dikkatimi çeken şeydi ki, dersi düşününce kubilayın kesik başından sonra aklıma gelen ilk konu o oldu kitaba bakmadan.

sonrası laboratuvar (ne zor kelime). bilim dediğiniz katkıya ihtiyaç duyan şey, katkı sağlayan ne kadar eğitimli olsa da eğitim 2 dudağının arasından çıkan toplum kalıplarının önüne geçemiyor. senin orda merteben uzman doktor olsa bile, 'ya bu kızların burda ne işi var, zengin koca bulun, salak olsun ama' gibisinden her şakanın altında yatan gerçeklerle konuşabiliyor. eğitimde fırsat eşitliği ne demek bilmiyor, düşünmüyor. yarın bir gün kızı olduğunda asla evermek istemeyecek mesela, zengin koca aramayacak ona, o zengin olsun diye bilime sanata yönlendirecek. el kızı için konuşmak kolay!
ayrıca, ortada herkesin bir hatası varsa, kimse hatayı üstlenemediğinden diğerlerini de suçlayamıyor.

en sonrası ingilizce kursu, önyargılarımı ölçmem gerekti. önyargılarımla yüzleştim bugün! dersime ilk defa girecek insanı, ilk gördüğüm an sadece FARKLI giyim tarzıyla, rüküş diye nitelendirip bi an aslını anladığında, utanabilirsin benim gibi. utanmak öyle acınası bir durum değil yanlış anlaşılmasın. aa rezil oldu utandı utanması değil bu, aa farkına vardı ve bir adım ilerledi utanması bu. yeni hoca o kadar tatlı bir insan ki, rüküşlüğü de kıpır kıpır ruhunun ve cıvıl cıvıl neşesinin bir karışımı. 1 saat zaman geçirdikten sonra, tarzını yakıştırıyorsun, farklılığı benimsiyorsun. ders çıkışında aldığın övgüler de cabası :) farklı kültürler, dünyanı nasıl genişletir, yüzünü nasıl daha güzel güldürür haberin yok! şunu okuyorum diyince maşallah diyen bir azeri hayal edin, çok tatlı oluyor.

7 Mart 2013 Perşembe

şu ara uzun zamandır hayalimde olan, tam anlamıyla gerçekleşmese de arkadaş ortamları ve farklı ortamlar görmek adına birtakım vesilelerle vakit geçirdim. sonuç benim için hüsran olmasa bile, bir zafer duygusu yaşatmadı. insanlar hakkında sahip olduğum iyi izlenimlerin bile yok olmasına sebep oldular.

iyi arkadaş olduğu varsayılan çiftlerin, aslında kokuşmuş arkadaşlıkları, birbirini aşağılama sevdaları, altında gerçeklik yatan şaka arayışları gerçekten hiç aramadığım arkadaş tipleriydi anladım.

bir de hala cinsellik tabuları diline vurmuş örneklerimiz var. sözde(!) yurt arkadaşlarının pozisyonlarını konuşan insanlar var. libidon yüksek anladık, her lafı sekse döndürmeni de anladık, seviş rahatla arkadaşım. bize ne! yapınca günah da ağzından düşürmeyince mi bekaretini korumuş oluyorsun? gerçi sen koca bulursun ben bulamam orası ayrı, hadi bi de insanlıklarımızı tartışalım. namusun 2 bacağın arasndadır ama sürttürmediğin yerin kalmaz. sonra bana bekçilik taslarsın, namuslusun ya.

grup olduğunda, hep bir sessiz kalıp, durumunun gizliliğini korumayı bu denli başaran insanlar da var. adam sevgilisinin yanında oturuyor ve sevgili olduklarını anlamıyorsun mesela, o derece sessiz.

mesela bir grupla hiç alakası olmayıp, sadece birini tanıdığı için gruba eşlik eden insanlar da gördüm. yalnızca eşlik ediyor, arada komik şeyler söylüyor ama konunun geneline hakim değil ve böyle çok ortama katılıyor muhtemelen. çevre dedikleri böyle oluşuyor olsa gerek.

hala canım sıkıldığında yanında kalabileceğim bir arkadaşım yok. ama böyle salak salak dersler fotokopiler notlar için mesaj atıp alakasız şekilde arayabileceğim insanlar var, o güzel.

AMA BU KADAR FESATLIK ve POPÜLER KIZIN YANINDAKİ MÜRİTLER MESELESİNİN  hala bu denli varoluşu gerçekten çoğu yalnız hissettiğim anın kaynağı ve samimiyetsizlik dizboyu.

27 Şubat 2013 Çarşamba

dilin her duruma, her ana her hisse bir ad koyduğunu düşünürdüm. öyle mükemmel olduğuna inanırdım ki duygulara konulan adlar bazen sırf o adı bildiğim için öyle hissetmeme sebep olurdu.

şimdi, adını bilemediğim, bir türlü ad koyamadığım durumlardayım. sabır mı desem, sınav mı desem, pişkinlik mi taşkınlık mı yüzsüzlük mü? kovulduğun evden gitmemek hakkında ne denir ki?

bazı ilişkilerde anlamazsın zamanın nasıl geçtiğini. böyle onca şey yaşanır ve zaman akıp gider hissettirmeden, fark etmeden sen. yıllara neler sığdırmışlar derler. onca yılda tabi olur böyle şeyler

bazı ilişkilerde geçen haftalarla ölçülen küçük zamanlar, öyle yavaş geçer ki yıllar var sanırsınız. sanki ömrünüzün büyük bir kısmını harcamışsınızdır o ilişkiye ve anlatacak çok şeyiniz vardır. yoğun hisler bırakan, huzursuzluk yaratan yavaşca onca geçen an... bıraktığı his sizin ilk aşkınızdır belki, kucak dolusu nefretiniz.

son günlerde yaşanan, saldırgan, vurdulu kırdılı günler, 'istemiyorum' düşüncesinin netliği adeta bir kuduz gibi sardı ahaliyi. bazı zorunlu hallerde edilmesi gereken fedakarlıklardan hepimiz uzağız. üstümüzdeki yükleri; üstlenip, taşıyıp bir de dayanmak zorunda kalmak gerçekten zor bir iş(miş). tahammül edemedikçe dibe batıyoruz. dibin sınırı yok. üstlenip bırakmak dayanabilmeyi mümkün kılıyor. başta yapılan yanlış üstleniş zorunda gibi hissetmekti.

20 Şubat 2013 Çarşamba

şu son olanlar bana gösterdi ki, dikkat çekmek istersen kolayca yapabilirsin bunu.

sercan şuan çok güzel ortalık karıştırıyor ve dikkat çekiyor. daha da dikkat çeksin diye sessiz bir veda yerine

sizlere bi şeyler söylemek niyetindeyim ve o da şudur: çeşitli sağlık sorunlarımdan dolayı bi 10 sene kadar aranızda olamıycam(!) bu zaman zarfında bissürü yazın, güzel yazın, keyifli toplantılar yapın, beni "sercan mı? ha, o kocaman bir çılgındı" diye anın ehe, ve de akıllı, uslu çocuklar olun  kokulu öpücükler gönderiyorum, diyor.

çeşitli sağlık sorunları dediği de olmayan şeyleri olması gerektiğine inandığı şekilde varmış gibi sandığı durumlar. sanrılar psikiyatride ciddi sağlık problemleridir evet. Sercan'ın ciddi psikolojik sorunları olduğunu sanmıyorum. insaniyet namına bir şeyler kaybettiği kesin.

açtığı savaşın zaten 2 tarafın da kaybedeceği gibi, karşı taraf pes etse de yenilse de onun da yenileceği bu kadar belliyken yapılan bu çocukluk sonra pişmanlık doğuracak. adım gibi eminim.

8 Şubat 2013 Cuma

neden?

son zamanlarda duyduğum en saçma soru, bunu niye yapıyorsun oldu.

son zamanlarda sorduğum en saçma soru beni niye seviyorsun olmuş(tu).

sevginin sebebi olamayacağını, aşkın kimyasını her şeyi anlattı sevgisini inandırmak için en cezbedici bakışlarıyla. isteyerek ve seçerek olmadığını, seçmesi gerekse zaten onlarca engeli görmezden gelmeyeceğini anlattı bir bir. inandırıcı olmaya başlamıştı, ta ki neden diye sorana kadar.

neden sorularına hala inanmamış birine başka nedenler sorarsanız, gümlersiniz. nedenler, saklanmak istenebilir, kendine bile söylenmez bazen. belki YOKTUR.nedenleri hayatta kalma mücadelesi içinde kullanmıyorsanız sadece canınız isteyebilir bence hiçbir sakıncası yok.

19 Ocak 2013 Cumartesi

hayır napayım?

mutlu olsam da mutsuz olsam da olmam gereken halde değilmişim gibi hissederim. mutlu olduğumu düşündürtecek zamanlarda, ya diyorum BEN KAYBETTİM. AŞIK OLDUĞUM BİR İNSANI KAYBETTİM. ONUN BENİ KAYBETMESİNE MÜSAADE ETTİM. onun yası hala sürüyor.. mutlu olmaya hakkın yok! mutsuz olunca da DEĞMEZ, diyorum. BU GÜNLER GERİ GELMEYECEK ve EMİN OL BU GÜNLERİ BÖYLE HATIRLAMAK İSTEMEZSİN. çünkü aslında hatırlamak isteğiyle yanıp tutuştuğum güzel olması gereken günler boğazımda düğümleniyor. asla kabullenmeyi kabul etmeyen o insan sana kendini hatırlatacak öyle çok şey bırakmış ki, istemediklerini hatırlamak sana geçmişin saplantılarından sapmayı çok görmüş. göremedikleriyle sadece SUÇlamış. suç, yaşamınızda karşınıza çıkanlarda. suç, karşınıza çıkan her türlü verdiğiniz tepkinin ta kendisi. derinliği tartışılabilir hep tepki sizi yüzeysel olmakla suçlar. aslında kendi olamadığından kendini korumak için yapılan tüm suçlamalar gerçekten fark edildiğinde MERHABA dedirtir yeni hayata. yeni alışkanlıklara ve başka seçimlere.

yeniden olabilirsiniz. aşık, mutlu, acı dolu günler içinde olabilirsiniz.  olmak istediğiniz yerde olun. sizin istediğiniz yerde sizi istemiyorlarsa isteklerinize yön verin. istediğiniz yerde sizi isteyip bunu size söyleyemiyorlarsa zaten haberiniz olmadığından, boş verin. bunların hepsi birkaç çeşit mezenin hayatıma kattıklarından sonra oluştu. çünkü o masada benim hep bir yerim vardır, ama sen genç adam, adam sandığım,  benim mutlaka dahil olabileceğim ama aynısını kurmak için kırk fırın ekmek tüketmem gereken o masada, ne kurucu ne de eşlikçi sıfatıyla yer edinemezsin. bu aslında fark.

18 Ocak 2013 Cuma

neden niçin niye? işte.


bilmiyor niye geldiğini ve insanlara niye geldiğine dair söylediği yalanlara inanmak istiyor. yalanlar hep
inandırmak için söyleniyor hem kendine hem herkese. herkes inanmıyor, hangisi daha doğruysa kendilerine o zaten inandığımız oluyor. inanmıyorum belki kendime, dünyaya geliş amacımın bazılarının doğru saydıkları şeyleri yaşamak olduğuna inanmıyorum mesela. kendimi ispatlamak için geldim. benim hücrelerimin mantığı, her türlü karmaşada alınabilecek maksimum hazza yönlendiriyor beni. yağan yağmurdan haz duyabilemek.. gök gürültüsünün tüm ürpertisi yıldırımın tüm ihtişamını hissedemiyorsam neden inanayım?
doğum günü geceme yattığım rüyadan kalan tek replik

-Zencefil'de misin, hemen geliyorum.

gelsene yeniden.. geri ver sevgimi bana.

16 Ocak 2013 Çarşamba

carpe diem

anı yaşa yani.. geçmişte saplanacağına, geleceği şekillendirmeye çalışırken tüm her şeyden olacağına anda kal.   an diyor ki, ne hissediyorsan onu yap! çok fazla düşünme hissetmeye bak..
oysa benim hissettiğim eksiklik. eksik olanı bulmaya çalışırken hatırladıklarım, geçmişimin %5ine sahip olup geleceğimi de ele geçiren insana çıkarıyor kapılarını. bugün gelecekten bir gün yaşandı ve benim an'ım anılarda yaşanıyor. yaşanan her sahnede sercan aklıma gelmek zorunda mı?

8 Ocak 2013 Salı

hot

hot girls never cold.
anatemamız. i'm freezing

ye temizle ütüle consume obey die

ne kadar güzel anlayışına hitaben;
aaaa ailenle yaşıyorsun, ne güzel. temizliğin, ütün, yemeğin yapılıyor.

evlilik çok güzel;
yemek temizlik ve ütün yapılıyor.

biriyle yaşarken ya da sadece yaşarken sadece bunları mı düşünüyoruz. güzellikten anladığımız bu mu? eksiksiz mobilyalar, ütülü çamaşırlar, daima hazır yemekler insanın tek ihtiyacı gibi. annem pek ütüden anlamaz. aşırı güzel yemekler de yapmaz. aile evinin sıcaklığını hiç özlemiyorum. özellikle bir aile de istemiyorum. bireyci oldurmak istememelerine rağmen, farkında olmadan verilen serbestlik ve otorite boşluğu beni hep bireyciliğe itti. ütümü temizliğimi yapacak hizmetçiler aramadığım için kendimi hep birey hissediyorum ve anneyi sadece bunları yaptığı için seven insanlar görünce, samimiyetsizlikten biraz daha nefret ediyorum.

6 Ocak 2013 Pazar

sizseniz siz olun

sen - siz kavramında yaşadığım çekişli çok büyüktür. hiyerarşinin olduğu her yerde aşağılık kompleksi olan insanların kendini yukarıda hissetmesini sağlar 'siz' şeklinde hitap edilmesi. yaş grubuma yakın birtakım insanlara ne demek istediğim konusunda karar kılamamakla beraber, ani streslere girip sen diye hitap ederek karşımdakinin kompleksli olup, bunu bir alt etme yöntemi olarak kullandığını gördüğüm çok olmuştur. malumdur türkçe'de siz ilk olarak saygı ifadesi ikinci olarak da 2. çoğul şahıs işlevindedir. bana kalırsa saygı ifadesi olan siz de çoğuldur görünüşündeki tüm tekilliğe rağmen. sen, keyfin ve kahyasına hitap etmek çoğulluk ister! bu yüzdendir ki çoğunlukla bu insanların keyiflerine göre hareket ettiğimizden kendilerini daha çok bok sanarlar.

burada değinmek istediğim bir nokta, kültürün dili şekillendirdiği kadar dilin de kültürü şekillendirdiğidir. bizim dilimizde böyle bir kelime karmaşası yaşandığı için insanlar da karmaşa yaşarlar. kendimden kaç yaş büyük bir ingilizle konuşurken ona you desem hiçbir gocunma hissetmez. love kelimesi bizde hem sevgiyi hem aşkı karşıladığından biz de adlandırmakta zorlanıyoruz bir şeyleri... böyle kompleksli insanlarla tartıştığıma pek değmiyor gerçi ama bu karmaşayı adlandırabildiğimi düşünüp seviniyorum kendi adıma. siz siz olun yine de hitap şeklinizi düzgün seçin. her siz you olmayabiliyor.

5 Ocak 2013 Cumartesi

bir adam vardır, onunla çok vakit geçirmişsinizdir. artık geçirmenize engeller vardır. beraber geçirmediğiniz her vakit değişik anlamlar yükler artık, değişik soru ve sorunlar getirir akla mideye kafaya... tahmin etmekle beraber bilemezsiniz yine de ne yapıyor aklından neler geçiyor diye. bir adam vardır ve artık yanınızda değildir. aklınız onda olsa bile o, bile isteye başka bir yerde olmak istiyordur artık. başka yerlerde başka şekillerde düşünür, sizi duymaz, size konuşmaz, sizi duymak istemez, size yazmaz, sizi hiç yazmaz. siz olmadığınızı düşündüğünüzden beridir yazmaya devam eder sadece. yazdıklarını anlamaya çalışırsınız, akıl yürütmeye.. hele bu akıllı olduğunuzu düşünen bir adamsa, anladığınızı bilir, sanar. aslında altında ezildiği o düşünceler çoğunlukla gerçek değildir ve bu hayal dünyası sizi engellere sürükler.


hayal gücü deyince aklıma şöyle bir manzara geliyor hep.

1 Ocak 2013 Salı

yeni yıl yeni yıl
deniz kenarında, dikili'de, sarhoş bir gece sonrası, mükemmel manzara, mükemmel kahvaltı,
her sene bozulmayan gelenek özge <3