yerin ve zamanın öneminden bahsetmek gerek. Adada geçirdiğim şu 6gün farklı hissettirdi bana.çünkü bambaşka insanlarla zaman geçirirken benim gerçek dünya dediğim rutin hayata dönmek çok da cazip gelmiyor. burada yaşasaydım bambaşka biri olurdum. buradaki ucuz alkol, kumar falan hayattaki boşlukları doldurabilir nitelikte, daha zayıf insanlar karakterli hep bağımlı oluyor gibi.
gerçekten beklenmeyecek bir seyahat oldu benim için ve evet bunu daha sık yapmalıyım dedim. uçağa sık binmeyen birisi olarak, bulutların üzerinde hissettiğim mutluluk gezinin nasıl geçebileceği hakkında ipuçları veriyordu aslında. güzel başlayan şeyler hep güzel bitmez bence, bu da bir güzellikti benim hayatımda ve unutulmaz bir halde bitiyor. bağlanmamak gerekiyor. bir sürü insanla tanıştık ettik,hiç görmediğim yerler ve insanlar gördüm, yemekler yedik,sohbetler ettik. oysa dönüş yolu çok gerçek, ben hep yollarda olmak istiyorum, yollardan geçip daha çok bulutların üstünde olmak...
kıbrıs çok acayipti, hava alanında beni karşılamaya gelen çocuğun arabasına binecekken yaşadım ilk şoku, sağ kapıyı açıp direksiyonla karşılaşmakla başladı acayiplikler. aslında 30 nisan son başvuru tarihli programı görüp son gününde başvurmam ve ertesi gün seçilip aranmış olmam daha garipti benim için, iyi de oldu başvurduğum. sonra bir haftamı geçireceğim güzel insanların yanına gittik, UPODcanlar dediğimiz, (ecem, dilay ve semih) bizi karşılayan öğrenci grubu (engin, ismail, zana ve abdullah) tanıştık, büyük handa dolaştık, o esnada erasmus sonucunu öğrendim, yedekte olduğumu falan, çok da etkilenmedim ya bilmiyom, gitsem tüm ilişkiler folloş olacaktı, gitmediğim haliyle öyle olabiliyor çünkü. her neyse, sonra günler birbirini kovalarken biz çok uzun günler yaşadık adada, tanıştık o grupla, yedik içtik, herkes birbirine yabancı ama herkes çok tanıdıktı birbirine. başladık öyle gezmelere, salı ve çarşambaları birkaç derse girdik çıktık okulda, sonra lefkoşa, girne, magosa ve lefke şehirlerine gittik. saint hilarion kalesine tırmandık ki gerçek bir game of thrones kalesi gibiydi. bol bol kale ve şehitlik var kıbrısta. girne kalesi de fena değildi.
en ilginç gelen 2 şey, girne'deki Mavi köşk adındaki, silah kaçakcısı bir italyan avukatın eviydi. köşk tamamen güvenlik ve rahatlık için yaptırılmış ve ayrıntıları insanı çok şaşırtıyor. 3 kat elyaftan yapılmış perdeleri kapatınca ses geçirmeyen çalışma odası, timsah derili masa, özel deriden yapılıp çok 2 saatten çok oturduğunda sertleşip uykunu kaçıran çalışma odası sandalyesi, uyku getiren rahatlatıcı koltuk, depreme dayanıklı çocuk odası, balkondan bakınca tüm şehir görünse de köşkün asla görünmemesi, şarap çeşmesi ve daha nice ayrıntıları köşkü efsanevi kılmış.
bir de kapalı maraş denilen bir bölge var hatta şöyle ki,74te savaştan sonra las vegas olacak bir alan birleşmiş milletler tarafından el konulup tarafsız bölge olarak ilan edilmiş. rum kesimiyle aralarında sınır oluşu düşmanlığı daha da artırmış. yunanistan'da böyle bir düşmanlığa rast gelmemiştim. adada çok uluslu bir yapı var, kıbrıs türkleri var, türkiyeden okumak için giden türkler var, çok fazla kürt var çünkü daha yakın ve burada hiç de azınlık değiller, üniversite puanları da düşük olunca cazip bir hale gelmiş haliyle. herkes kendinden olmayanı kötülüyordu. ingiliz sömürgesi oluşundan kalan alışkanlıklar mevcut, trafiğin sağdan akışı da o sebepten, prizler üç girişli falan filan, daha neler var kim bilir...
girnede kıbrısın yöresel yemeklerini de yedik. molohiya diye ıspanağa benzer bir ot yemeği, pirohu diye hellimli hamurlu enteresan bir şey daha, küp kebabı (baya kurban eti gibi), şeftali kebabı (mumbara benzer bağırsaktan yapılan etli bir yemek), tavuk dolma yedik. çok beğenmesek de değişik lezzetleri denemeye değer.
Güzelyurt şehrinde, yeşilırmak diye bir bölgede çilek tarlalarıyla dolu bir yere gidip karnımız ağrıyana kadar çilek yedik, kayısı çaldık, portakal aldık çünkü kıbrısta meşhurmuş, çok keyifli vakitler geçiriliyormuş tanımadığın insanlarla. :D sonra kumarhaneye girebildik, 20 liralık oyun açıyorlar minimum, sonra içki, tatlı, kahve, sigara ne istersen getiriyorlar ücretsiz. 20 liralık oyuna başladım ama oyunun mantığını asla anlamadım, sonra tam 20 liramı da kaybedecekken tekrar 20 liramı kazandım geri, baileys içtim, sigara aldım, tatlı yedim falan gayet de karlı çıktım bitirdim geceyi :D
son gece de al mahara adlı gece kulübünde delice dans ederek bitirdik, upodcanların sabah 8de uçağı vardı sonra sarhoş oldular, ben yabancı dediğim insanlarla yine eğlenirim ama tutup da yanlarında kör kütük sarhoş olmam. ah bu kontrolcülüğüm, yine de kendimi bilmesem içim daha çok rahat etmicek, en güvenlisi bu.
öyle böyle bir küçük exchange programı deneyimlemiş oldum, Özgenin bilet sponsorluğunda tabiiii, bir teşekkürü borç bilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder