bugün, yine yoğun bir cuma gününde birlikteyiz. pek çok çıkarımla birlikte. hayata dair aldığım en güçlü eleştirilerden 2si çıkarımlarımın ucuz olduğu ve dediklerimin gerçek hayatta karşılık bulmadığıdır.
eleştirilerin insanı geliştireceğini düşünüp, eleştirilmek isteriz bazen. genelde hoşumuza gitmeyen şeyler olduğunda laf çarpıp kendimizi avuturuz. ben de şöyle avutuyorum, zaten pahalısına gücün yetmez, hayatta karşılığı olmayan hayat aslında neyden ibaret sen onu bile bilmiyorsun.
bugün1: ders fizyolojik psikoloji, konu duyum ve algı. herkesin dünyaya bakış açısı farklıdır, çünkü dünyayı algılayış şeklimiz farklıdır. zaten tamamen beyin fonksiyonlarında biten bu olay, beynimizin bize sağladığı imkanlar doğrultusunda şekillenir ve duyu organlarımızın iletimi sonucunda algımız oluşur. her derste 'ben aslında yoğum' bu dünyanın gerçekliği algıladığımızdan farklıya çıkan konular bugün de şaşırtmadı.
bugün2: laboratuvarda, bilimsel bir çalışmanın içinde olmak, üretkenlik gerçekten dünyaya geliş amacınıza karşılık veren şeylerden. sıçanlar da alıştı bize.
** ugg model ayakkabılarıyla tenis oynayan insanlar gördüm.
i see dead people repliğine yeni bir replik de ben kazandırmak istiyorum bu ugg'larla.
bugün3: işbaşvurusunda bulundum. hiç çalışmadım ama iyi ingilizceme güvenerek beni işe almalarını bekliyorum.
bugün4: stranger than paradise'ı izledim. jim jarmusch imzalı film 1984 yapımı. başroldeki macar gencin özünü inkar ederek kendini amerikalılardan daha çok amerikan atfetmesini eleştiren, arkadaşı ve amerika'ya yeni gelmiş kuzeniyle beraber çıktıkları yolu anlatan, gerek oyunculuk, gerek yönetmenin kısa film geçmişinden gelen anlatım biçimiyle değişik ve üzerine düşünülmesi gereken biraz durağani sürpriz sonlu bir film. izlenilesidir, tavsiye edilir.
bugün5: birsürü insan kazandığım şu dönemde, hala yalnız kalabildiğimi hissettiğim var ya, varoluştan gelen o çaresizlik hissi, bugün tam ona kapılmışken fark ettim ki , yalnızlık insanı hırçınlaştırıyor, daha da fenası saldırganlaştırıyor. saldırmaktan zaten etrafında kimse kalmıyor daha bir yalnızlaşıyorsun. kısır döngüye bak!
bugün6: Ataol behramoğlu ve haluk çetin söyleşisi. Ataol beyden şiirlerini, haluk beyden o şiirlerin bestelerini dinlemek pek bir hoştu. A.B nin 80 dönemlerinde hapishanesi maceraları, ardından Paris'e kaçışı ve ayrı kaldığı kızı için yazdığı şiirlerden enstantaneler dinledim. metaforların önemini, türkçenin ne kadar zengin ve ahenkli bir dil olduğunu vurguladı A.B.
29 Mart 2013 Cuma
23 Mart 2013 Cumartesi
yine ben. ben pek korkak olmadığını düşünen, tehlikeyi pek çekmeyen, gece geç saatte tek başına evine dönebilme potansiyelinde bir insanım. bugün de, birlikte gidebileceğim kimse olmadığından (aslında kimseye sormadım da, sorabileceklerim zaten gelemezlerdi) tek başıma gittiğim bir tiyatro oyunundan dönerken çok korktum. oyunun sahnelendiği kültür merkezi izmir'in en büyük alanlarından birinde, fuar alanında bir binaydı. o binaya ulaşmak için, basmane denilen muhitte metrodan indikten biraz sonra girilen alanla sanat merkezi arasında 10 dakikalık yürüyüş mesafesi var, alan büyük olduğu için biraz da karmaşık ve önümüzdeki haftalarda başlayacak olan doğal taş fuarının yapım çalışmalarının geç saatlerde de sürdürülüyor oluşu ki kaba inşaat yani inşaata topun kaçsa durumu biraz da. tam kulaklığımı takmışken karşımdan gelen bir adamın dediği şeyi tam anlamamakla beraber sonradan anlamlandırırken buldum kendimi 'buralar çok tehlikeli'. henüz sakinliğimi hızla kaybedip aynı hızla yürümeye devam ederken baya uzun bir zaman dilimi gibi geldi o 10 dakika bana. metroya indiğimde artık nasıl suratsıs beti benzi atmış bir insana dönüştüysem çok garip bakıyorlardı bana ama soramadım ya niye öyle bakıyordunuz bir gariplik mi var diye, soracağım bir daha benzer bir durum olursa.
sonra eve geldim. her gün geldiğim lanet yer. tıpta, sıçanlar üzerinde depresyon testleri yapılıyor. sıçanı depresyona sokmak için yöntemler var, mesela kafesini 45 derecelik açıyla yatırmak ya da sıçanı 3 gün ıslatmak ya da kafese at kılı (kokusu fena) kedi kuyruğu koymak gibi. bir insanı depresyona sokmak için her gün kooyduğu eşyaların yerini değiştirin :D benimkini değiştiriyor pınar. çok mutlu oluyorum. sonra sinirlenip saldırmamak için dur, diyorum. öğrenci köyü çıksın, öyle sinirini boşaltıp terk edersin burayı. depresyon testine sokulmuş sıçan gibiyim
sonra eve geldim. her gün geldiğim lanet yer. tıpta, sıçanlar üzerinde depresyon testleri yapılıyor. sıçanı depresyona sokmak için yöntemler var, mesela kafesini 45 derecelik açıyla yatırmak ya da sıçanı 3 gün ıslatmak ya da kafese at kılı (kokusu fena) kedi kuyruğu koymak gibi. bir insanı depresyona sokmak için her gün kooyduğu eşyaların yerini değiştirin :D benimkini değiştiriyor pınar. çok mutlu oluyorum. sonra sinirlenip saldırmamak için dur, diyorum. öğrenci köyü çıksın, öyle sinirini boşaltıp terk edersin burayı. depresyon testine sokulmuş sıçan gibiyim
insanlar şöyle düşünüyor böyle düşünüyor hakkımda,
kimisi güzel olduğumu
çirkin olduğumu
cırtlak sesli olduğumu
çok şey bildiğimi
konuşmayı beceremediğimi
saçmasapan bir hayata sahip olduğumu
çok çalıştığımı
işe yaramadığımı
garip olduğumu
çok akıllı olduğumu
bazen çok konuştuğumu
her şeyi düşünüyorlar. oysa bilmedikleri çok şey var. elbet çok şey vardır ama bu çoktan da çok. içimdeki fırtınaların genel olarak sebepleri, hayatımı yönlendirişlerini asla anlamayacaklar
benim mücadelemi asla anlamayacaklar.
ben eskiden eziktim. şişman çirkin ve kimsenin vakit geçirmek istemeyeceği bir insandım. şimdi, fiziksel gelişim sürecinin zirvelerine doğru çok yaklaşmış bir güzelliğim, zekamın beni daha güzel göstermesini sağlayacak kadar bilgi birikimim var.
tüm bunlara sahip olurken, hayatın tercihlerden ibaret olduğunu söylemek yerinde olur elbet. tüm o çirkinliklerin içinden sıyrılamamak da vardı hayatta, seçmedik. doğduğumuz yeri ve hayatı seçmediğimiz gibi, karşımıza bazı zorunluluklardan çıkan ve hayatımızdaki en büyük travmalara yol açan insanları da seçmedik. hayata yön verirken seçtiğimiz insanları, o zorunlu seçeneklerden öğrendiklerimizle seçtik. artık daha iyi yön verebildiğim hayatım, eskiden kimsenin vakit geçirmek istemediği beni buna savaş açmakla yönlendi. çünkü o geçmeyen zamanları nasıl güzel geçirebileceğimi öğrendim ben.
kimisi güzel olduğumu
çirkin olduğumu
cırtlak sesli olduğumu
çok şey bildiğimi
konuşmayı beceremediğimi
saçmasapan bir hayata sahip olduğumu
çok çalıştığımı
işe yaramadığımı
garip olduğumu
çok akıllı olduğumu
bazen çok konuştuğumu
her şeyi düşünüyorlar. oysa bilmedikleri çok şey var. elbet çok şey vardır ama bu çoktan da çok. içimdeki fırtınaların genel olarak sebepleri, hayatımı yönlendirişlerini asla anlamayacaklar
benim mücadelemi asla anlamayacaklar.
ben eskiden eziktim. şişman çirkin ve kimsenin vakit geçirmek istemeyeceği bir insandım. şimdi, fiziksel gelişim sürecinin zirvelerine doğru çok yaklaşmış bir güzelliğim, zekamın beni daha güzel göstermesini sağlayacak kadar bilgi birikimim var.
tüm bunlara sahip olurken, hayatın tercihlerden ibaret olduğunu söylemek yerinde olur elbet. tüm o çirkinliklerin içinden sıyrılamamak da vardı hayatta, seçmedik. doğduğumuz yeri ve hayatı seçmediğimiz gibi, karşımıza bazı zorunluluklardan çıkan ve hayatımızdaki en büyük travmalara yol açan insanları da seçmedik. hayata yön verirken seçtiğimiz insanları, o zorunlu seçeneklerden öğrendiklerimizle seçtik. artık daha iyi yön verebildiğim hayatım, eskiden kimsenin vakit geçirmek istemediği beni buna savaş açmakla yönlendi. çünkü o geçmeyen zamanları nasıl güzel geçirebileceğimi öğrendim ben.
11 Mart 2013 Pazartesi
Gün geçmiyor ki, güzel günlerin temelleri atılsın. bugün yine derslerle olan bir sıradanlıkta başladı. insanları gözlemlerken geçen zaman, nasıl anı durduruyorsa, sana olan katkısı durmak bilmiyor!
edebiyat dersi vardı ilk olarak, 12 mart'ın önemi sebebiyle dersimizi İstaklal Marşına ayırmış hocamız. bi ara Mehmet akif, bir hışımla uyanıp kalem bulamayınca kafasındaki dizeleri bıçakla duvara kazırken tüylerim diken diken olmadı değil. sonra geçti. yoksa pek saygım olduğunu da söyleyemem o ideolojiye, körü körüne.
sonrası inkılap, sınıfın çift numaraları bizden önce derse giriyor. derste tartışma çıkmış, muhalefet olmayı çok seven bir grup varmış. anladığım kadarıyla ötekiliklerini meşrulaştırmayı seven, tartışma adabını pek bilmeden, çok ses yükselten bir grup. 'daha çok okumanız lazım, bilimsel gözlükleri henüz takmadınız.' diyor hocamız. bir yaşanmışlıklar var ortada, bir onu yaşatan taraf, bir de yaşayanların geçmişe olan hunharca bağlılıkları. içlerine sindiremedikleri onların gerçek hisleri mi yoksa onlara hep empoze edilmeye çalışılan şey mi asla emin olamıyorum.
medeni kanunun gündelik hayata olan katkıları sanırım en çok dikkatimi çeken şeydi ki, dersi düşününce kubilayın kesik başından sonra aklıma gelen ilk konu o oldu kitaba bakmadan.
sonrası laboratuvar (ne zor kelime). bilim dediğiniz katkıya ihtiyaç duyan şey, katkı sağlayan ne kadar eğitimli olsa da eğitim 2 dudağının arasından çıkan toplum kalıplarının önüne geçemiyor. senin orda merteben uzman doktor olsa bile, 'ya bu kızların burda ne işi var, zengin koca bulun, salak olsun ama' gibisinden her şakanın altında yatan gerçeklerle konuşabiliyor. eğitimde fırsat eşitliği ne demek bilmiyor, düşünmüyor. yarın bir gün kızı olduğunda asla evermek istemeyecek mesela, zengin koca aramayacak ona, o zengin olsun diye bilime sanata yönlendirecek. el kızı için konuşmak kolay!
ayrıca, ortada herkesin bir hatası varsa, kimse hatayı üstlenemediğinden diğerlerini de suçlayamıyor.
en sonrası ingilizce kursu, önyargılarımı ölçmem gerekti. önyargılarımla yüzleştim bugün! dersime ilk defa girecek insanı, ilk gördüğüm an sadece FARKLI giyim tarzıyla, rüküş diye nitelendirip bi an aslını anladığında, utanabilirsin benim gibi. utanmak öyle acınası bir durum değil yanlış anlaşılmasın. aa rezil oldu utandı utanması değil bu, aa farkına vardı ve bir adım ilerledi utanması bu. yeni hoca o kadar tatlı bir insan ki, rüküşlüğü de kıpır kıpır ruhunun ve cıvıl cıvıl neşesinin bir karışımı. 1 saat zaman geçirdikten sonra, tarzını yakıştırıyorsun, farklılığı benimsiyorsun. ders çıkışında aldığın övgüler de cabası :) farklı kültürler, dünyanı nasıl genişletir, yüzünü nasıl daha güzel güldürür haberin yok! şunu okuyorum diyince maşallah diyen bir azeri hayal edin, çok tatlı oluyor.
edebiyat dersi vardı ilk olarak, 12 mart'ın önemi sebebiyle dersimizi İstaklal Marşına ayırmış hocamız. bi ara Mehmet akif, bir hışımla uyanıp kalem bulamayınca kafasındaki dizeleri bıçakla duvara kazırken tüylerim diken diken olmadı değil. sonra geçti. yoksa pek saygım olduğunu da söyleyemem o ideolojiye, körü körüne.
sonrası inkılap, sınıfın çift numaraları bizden önce derse giriyor. derste tartışma çıkmış, muhalefet olmayı çok seven bir grup varmış. anladığım kadarıyla ötekiliklerini meşrulaştırmayı seven, tartışma adabını pek bilmeden, çok ses yükselten bir grup. 'daha çok okumanız lazım, bilimsel gözlükleri henüz takmadınız.' diyor hocamız. bir yaşanmışlıklar var ortada, bir onu yaşatan taraf, bir de yaşayanların geçmişe olan hunharca bağlılıkları. içlerine sindiremedikleri onların gerçek hisleri mi yoksa onlara hep empoze edilmeye çalışılan şey mi asla emin olamıyorum.
medeni kanunun gündelik hayata olan katkıları sanırım en çok dikkatimi çeken şeydi ki, dersi düşününce kubilayın kesik başından sonra aklıma gelen ilk konu o oldu kitaba bakmadan.
sonrası laboratuvar (ne zor kelime). bilim dediğiniz katkıya ihtiyaç duyan şey, katkı sağlayan ne kadar eğitimli olsa da eğitim 2 dudağının arasından çıkan toplum kalıplarının önüne geçemiyor. senin orda merteben uzman doktor olsa bile, 'ya bu kızların burda ne işi var, zengin koca bulun, salak olsun ama' gibisinden her şakanın altında yatan gerçeklerle konuşabiliyor. eğitimde fırsat eşitliği ne demek bilmiyor, düşünmüyor. yarın bir gün kızı olduğunda asla evermek istemeyecek mesela, zengin koca aramayacak ona, o zengin olsun diye bilime sanata yönlendirecek. el kızı için konuşmak kolay!
ayrıca, ortada herkesin bir hatası varsa, kimse hatayı üstlenemediğinden diğerlerini de suçlayamıyor.
en sonrası ingilizce kursu, önyargılarımı ölçmem gerekti. önyargılarımla yüzleştim bugün! dersime ilk defa girecek insanı, ilk gördüğüm an sadece FARKLI giyim tarzıyla, rüküş diye nitelendirip bi an aslını anladığında, utanabilirsin benim gibi. utanmak öyle acınası bir durum değil yanlış anlaşılmasın. aa rezil oldu utandı utanması değil bu, aa farkına vardı ve bir adım ilerledi utanması bu. yeni hoca o kadar tatlı bir insan ki, rüküşlüğü de kıpır kıpır ruhunun ve cıvıl cıvıl neşesinin bir karışımı. 1 saat zaman geçirdikten sonra, tarzını yakıştırıyorsun, farklılığı benimsiyorsun. ders çıkışında aldığın övgüler de cabası :) farklı kültürler, dünyanı nasıl genişletir, yüzünü nasıl daha güzel güldürür haberin yok! şunu okuyorum diyince maşallah diyen bir azeri hayal edin, çok tatlı oluyor.
7 Mart 2013 Perşembe
şu ara uzun zamandır hayalimde olan, tam anlamıyla gerçekleşmese de arkadaş ortamları ve farklı ortamlar görmek adına birtakım vesilelerle vakit geçirdim. sonuç benim için hüsran olmasa bile, bir zafer duygusu yaşatmadı. insanlar hakkında sahip olduğum iyi izlenimlerin bile yok olmasına sebep oldular.
iyi arkadaş olduğu varsayılan çiftlerin, aslında kokuşmuş arkadaşlıkları, birbirini aşağılama sevdaları, altında gerçeklik yatan şaka arayışları gerçekten hiç aramadığım arkadaş tipleriydi anladım.
bir de hala cinsellik tabuları diline vurmuş örneklerimiz var. sözde(!) yurt arkadaşlarının pozisyonlarını konuşan insanlar var. libidon yüksek anladık, her lafı sekse döndürmeni de anladık, seviş rahatla arkadaşım. bize ne! yapınca günah da ağzından düşürmeyince mi bekaretini korumuş oluyorsun? gerçi sen koca bulursun ben bulamam orası ayrı, hadi bi de insanlıklarımızı tartışalım. namusun 2 bacağın arasndadır ama sürttürmediğin yerin kalmaz. sonra bana bekçilik taslarsın, namuslusun ya.
grup olduğunda, hep bir sessiz kalıp, durumunun gizliliğini korumayı bu denli başaran insanlar da var. adam sevgilisinin yanında oturuyor ve sevgili olduklarını anlamıyorsun mesela, o derece sessiz.
mesela bir grupla hiç alakası olmayıp, sadece birini tanıdığı için gruba eşlik eden insanlar da gördüm. yalnızca eşlik ediyor, arada komik şeyler söylüyor ama konunun geneline hakim değil ve böyle çok ortama katılıyor muhtemelen. çevre dedikleri böyle oluşuyor olsa gerek.
hala canım sıkıldığında yanında kalabileceğim bir arkadaşım yok. ama böyle salak salak dersler fotokopiler notlar için mesaj atıp alakasız şekilde arayabileceğim insanlar var, o güzel.
AMA BU KADAR FESATLIK ve POPÜLER KIZIN YANINDAKİ MÜRİTLER MESELESİNİN hala bu denli varoluşu gerçekten çoğu yalnız hissettiğim anın kaynağı ve samimiyetsizlik dizboyu.
iyi arkadaş olduğu varsayılan çiftlerin, aslında kokuşmuş arkadaşlıkları, birbirini aşağılama sevdaları, altında gerçeklik yatan şaka arayışları gerçekten hiç aramadığım arkadaş tipleriydi anladım.
bir de hala cinsellik tabuları diline vurmuş örneklerimiz var. sözde(!) yurt arkadaşlarının pozisyonlarını konuşan insanlar var. libidon yüksek anladık, her lafı sekse döndürmeni de anladık, seviş rahatla arkadaşım. bize ne! yapınca günah da ağzından düşürmeyince mi bekaretini korumuş oluyorsun? gerçi sen koca bulursun ben bulamam orası ayrı, hadi bi de insanlıklarımızı tartışalım. namusun 2 bacağın arasndadır ama sürttürmediğin yerin kalmaz. sonra bana bekçilik taslarsın, namuslusun ya.
grup olduğunda, hep bir sessiz kalıp, durumunun gizliliğini korumayı bu denli başaran insanlar da var. adam sevgilisinin yanında oturuyor ve sevgili olduklarını anlamıyorsun mesela, o derece sessiz.
mesela bir grupla hiç alakası olmayıp, sadece birini tanıdığı için gruba eşlik eden insanlar da gördüm. yalnızca eşlik ediyor, arada komik şeyler söylüyor ama konunun geneline hakim değil ve böyle çok ortama katılıyor muhtemelen. çevre dedikleri böyle oluşuyor olsa gerek.
hala canım sıkıldığında yanında kalabileceğim bir arkadaşım yok. ama böyle salak salak dersler fotokopiler notlar için mesaj atıp alakasız şekilde arayabileceğim insanlar var, o güzel.
AMA BU KADAR FESATLIK ve POPÜLER KIZIN YANINDAKİ MÜRİTLER MESELESİNİN hala bu denli varoluşu gerçekten çoğu yalnız hissettiğim anın kaynağı ve samimiyetsizlik dizboyu.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)